|
Küresel ve bölgesel dengeler açısından "Kürt meselesi"

Uluslararası ilişkilerde tahlil kabiliyetini geliştirmek istediğimiz öğrencilerimize verdiğimiz ilk prensiplerden bir tanesi uluslararası ilişkilerdeki reel durumu görebilmek için sınırları bir an için gözönünde tutmaksızın haritayı alıp incelemeleridir. Bu temrin, özellikle uzun dönemli projeksiyonlarda ve küresel ve bölgesel dengeleri etkileyebilecek güçteki ülkelerin stratejik tercihlerindeki kaymaları anlamlandırmada ufuk açıcı bir altyapı sağlar.

Sınırlar uluslararası ilişkiler ve hukuk için sabit bir veridir; ancak bu veri kimi zaman güç profilindeki değişimlerin uzun dönemli etki alanlarını görebilmemizi de engeller. Seksenli yıllarda zihinlerindeki uluslararası ilişkiler dünyasının varolan sınırlarının ilelebed süreceği varsayımı ile hareket eden stratejistler SSCB ve Yugoslavya''nın dağılma sürecinin doğurabileceği yeni konjunktürün belirleyici reel unsurlarını anlamakta güçlük çekmişlerdi.

Daha önceki bir yazımızda da vurguladığımız gibi Ortadoğu''da sınırlar son derece kötü örülmüş bir duvarı andırmaktadır. Bu kötü örülmüş duvardan herhangi bir taşı oynatmanın duvarı yıkmak anlamına gelebileceğini bilen ve yıkılan bir duvarın altında kalmak istemeyen uluslararası aktörler değişik taşları eş-zamanlı bir şekilde oynatarak duvarı yıkmadan yeni bir şekil vermeye çalışmaktadır. Bu da diplomasi oyunundaki hamleleri çeşitlendirmekte; aktörlerin karşılıklı pozisyonlarını esnek bir zeminde tekrar tekrar yeniden değerlendirmelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Son dönemde ortaya atılan birçok bölge-içi ittifak projesine rağmen kalıcı ittifakların oluşmayışının ve oluşanlarının da son derece hassas bir yapı arzetmelerinin en temel sebebi budur.

Uluslararası sınırlar ile reel unsurlar arasındaki pergelin bugün en fazla açılan ucu Irak ve Filistin''dedir. Belirsizlik içindeki bu iki bölge arasındaki eş-zamanlı oluşumların arkaplanında da bu gerçek yatmaktadır. Irak ve Irak''taki belirsizliğe bağlı olarak gittikçe uluslararası bir nitelik arzeden "Kürt meselesi" de bu açıdan soğukkanlı bir şekilde değerlendirilmek zorundadır.

Uluslararası hukuk söyleminde cari sınırların korunmasını öne çıkarmakla birlikte reelpolitikte de facto etkinlik alanları oluşturmaya çalışan büyük güçlerin sınır kavramını aşan çıkar tanımlamaları çerçevesinde Kürt meselesine bakışlarının jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel/jeoetnik temellerini soğukkanlı bir şekilde belirlemeden geleceğe yönelik sağlıklı projeksiyonlar yapabilmek çok güçtür. "Kürt meselesi"nin Soğuk Savaş''ın son döneminde tırmanış göstermesi de bu açıdan son derece ilginç bir boyut ihtiva etmektedir.

"Kürt meselesi"nin jeopolitik arkaplanı

Kürt nüfusun yayıldığı coğrafyayı gözönüne aldığımızda "Kürt meselesi"nin küresel ve bölgesel dengelerde taşıdığı önemi ve bölge içinde bir belirsizlik unsuru haline dönüştürülmesinin arkaplanındaki temel sebebi anlamak da kolaylaşır. Bu coğrafya, kendi içinde jeopolitik bir bütünlük oluşturması güç bir geçiş alanını oluşturmaktadır. Ortadoğu ve Avrasya''nın en önemli geçiş alanlarından birini oluşturan bu coğrafya bu yönüyle küresel ve bölgesel rekabetlerin çekim alanı haline gelirken, jeopolitik bir iç bütünlük oluşturamaması dolayısıyla da istikrarsızlık kaynağı olmaktadır.

Bölgenin bir geçiş alanı niteliği taşımasını sağlayan ve "Kürt meselesi"nin jeopolitik arkaplanını oluşturan ikisi kıtasal diğerleri daha bölgesel dört ana nitelikten bahsedilebilir. Birincisi, bölge Avrasya ana kıtasının doğu-batı ekseninde Hazar güneyinden geçen kıtasal bağlantısının en kritik geçiş hattı üzerinde bulunmaktadır. İkincisi ise kuzey-güney ekseninde Avrasya steplerini güney denizlerine bağlayan dört önemli geçiş kuşağının biri olan Kafkaslar''ı (diğerleri Balkanlar, Afganistan/Hayber ve Tibet/Hind-i Çin) bir hat ile Basra Körfezi''ne diğer hat ile Doğu Akdeniz''e bağlayan jeopolitik bağlantı hattı bu bölge üzerindedir.

Daha bölgesel nitelikli bağlantılar açısından ele alındığında da, üçüncü olarak bu bölge İç Anadolu havzasını bir taraftan Mezopotamya havzasına diğer taraftan İran üzerinden Asya derinliklerini bağlamaktadır ki Türkiye açısından bu bağlantı son derece büyük bir önem arzetmektedir. Dördüncü olarak Karadeniz-Hazar-Basra-Doğu Akdeniz deniz bağlantısının karasal merkezi de "Kürt meselesinin" jeopolitik arkaplanının önemli özellikleri arasındadır. Bu jeopolitik arkaplandır ki, başta ABD olmak üzere önemli Avrupa güçlerini ve Rusya''yı meselenin içine doğru çekmekte ve Avrasya üzerindeki jeopolitik rekabet, kaçınılmaz bir şekilde, bölgeye yansımaktadır.

Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli bir konuma sahip olan bu coğrafyanın iç bir jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebeb doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Küresel ölçekli büyük bir gücün güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan oluşturması için yeterli olamaz. Bunun farkında olan büyük güçler de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önemli bir parametre olarak gündemde tutmaktadır.

"Kürt meselesi"nin jeoekonomik arkaplanı

"Kürt meselesi"nin jeoekonomik arkaplanında ise bu jeopolitik yapının kaçınılmaz olarak kurduğu petrol-su-petrol dengesi yatmaktadır. Kafkasya ve Hazar petrollerini Mezapotomya su havzası üzerinden Körfez petrol kaynaklarına bağlayan jeoekonomik hat bölgeyi uluslararası rekabetin odak noktasına çeken diğer önemli bir unsurdur. Türkiye''nin GAP projesi ile bu jeoekonomik hattın merkezinde yeni bir kaynak-güç ilişkisi kurmaya başlaması diğer güçlerin bu meseleye yönelik ilgilerini artırmış ve belki de PKK terörünü tırmandıran bölge-dışı tahriklerin bir tür gerekçesi olmuştur. Daha geniş ölçekli Ortadoğu meselesinin daha dar ölçekli Kürt meselesi haline dönüştürme çabalarının arkasında da bu jeoekonomik altyapı vardır. Orta Asya''dan Akdeniz, Avrupa ve Hint Okyanusu''na uzanan enerji kaynaklarının aktarım hatlarının oluşturduğu yeni reel coğrafya da cari sınırları aşan bölgesel insiyatif alanlarının devreye sokulmasına yol açmaktadır.

Jeoetnik istismar ve "Kürt meselesi"

"Kürt meselesi"nin jeokültürel/jeoetnik temelinde de Kürt nüfusun Ortadoğu''nun diğer üç önemli yerleşik unsuru olan Türk, Arap ve Acem nüfusun etkinlik alanlarına yayılmış olmasıdır. Bu sebepledir ki bu üç temel unsur ile ilişkili politika geliştiren her büyük güç Kürtler''i şu ya da bu şekilde stratejik denklemin bir yerinde kullanmaya çalışmaktadır. Yetmişli yıllarda Sovyet yanlısı Baas rejimi karşısında baba Barzani liderliğinde bir Irak meselesi haline dönüşen Kürt meselesi, İran devriminden sonra bir İran meselesi haline getirilmiştir. Soğuk Savaş''ın sona erme sürecinin getirdiği dengelerde Türkiye''nin Asya derinliğini tehdit eden PKK terörü ile bir Türkiye meselesi haline getirilen Kürt meselesi, Körfez Savaşı''na koşut bir tarzda da oğul Barzani öncülüğünde bir Irak meselesi olma niteliğini sürdürmüştür.

Önümüzdeki dönemde de bu jeoetnik yapılanma her türlü istismara açık bir görünüm arzetmektedir. Gerek Türk, Arap ve İran devletleri içinde gerekse bu devletler arasında olacak ihtilafların körüklenmesinde büyük güçlerce her an kullanılma tehlikesi içinde olan Kürt nüfus bu stratejik oyunun sürekli mağduru haline gelmektedir.

Ortadoğu''nun yakın geleceği ile ilgili en büyük tehlike Türk, Acem, Arap ve Kürt unsurlar arasında etnik nitelikli bir çatışmanın çıkartılması ve sürekli bir problem kaynağı olan bir kangren haline dönüştürülmesidir. Seksenli yıllarda İran-Irak savaşı esnasında sürdürdüğü dengeli politika ile böylesi bir kangrenleşme temayülüne set çeken Türkiye PKK terörünün devre dışı kalmasından sonra da bölgeyi kuşatıcı barış inisiyatiflerine öncülük etmelidir.

İran-Irak savaşı ve Körfez Savaşı ile tırmanan PKK terörü açıkça göstermiştir ki, bölgesel barışı temin etmeden iç barışı sağlamak da zordur. Türkiye''nin Osmanlı''nın bölge politikası ile ilgili tecrübelerinden çıkaracağı önemli dersler vardır. Ortak tarihi tecrübe dolayısıyla "Kürt meselesi"ne en kalıcı, soğukkanlı ve kuşatıcı politika da Türkiye''den beklenebilir.

Türkiye bu jeoekonomik, jeopolitik ve jeoetnik unsurları da gözönünde bulundurarak en azından bin yıllık bir tarihi ortak olarak şekillendirdiği farklı kökenden gelen bütün unsurları barıştıran ve kuşatan bir kültürel açılım sağlamalıdır. Apo''nun yakalanması büyük güçler açısından yeni bir stratejik oyunun başlamasından başka bir şey değildir. Türkiye, ne kendi bölgesel çıkarlarının ne de bölge insanının bölge-dışı güçlerce istismar edilmesine izin vermeyecek bir stratejik basiret göstermek zorundadır.

25 yıl önce
Küresel ve bölgesel dengeler açısından "Kürt meselesi"
Akıntıya Karşı Teknik ile teknoloji
28 Şubat’ta vekil transferlerini cunta ile birlikte Demirel mi organize etti?
-Cinsiyet -Dünyada mutluluk
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”