|
Milad beklentisi

Yargıtay Başkanı Sami Selçuk''un konuşması bir milad olur mu?" Bu sorudan yola çıkıp, umutlu yorumlar yapmak da mümkün, "Yok canım, bu memlekette hiçbir şey olmaz" diye karamsarlıklar üretmek de... Bu soruyu, "Bu defa da milada taktık, milad falan hikaye, bize hep bir oyalanacak ahmak otu lazım" diye ilk kalemde silip atmak da...

Ama bu soruyu, toplumda bir "milad-yeniden doğuş beklentisi"nin mevcut olduğunun göstergesi olarak algılamak herhalde kaçınılmaz.

"Milad beklentisi", bir süredir toplumun gündeminde...

Susurluk''ta bir kamyon bir Mercedes''e çarptığında, toplum, Türkiye''deki "derin devlet" olgusunun bütün boyutlarıyla ortaya çıkabileceği beklentisine girdi. Faili meçhul cinayetlerden, uyuşturucu-PKK ilişkilerinden ve bunların en azından bir kısmının devletle bağlantılı insanlarca gerçekleştirildiği bilgisinden bunalan bir ülkede, bu gerçeğin ipuçlarını sunan bir kaza, acaba şeffaf devlete bir kapı aralayabilir miydi?

Sonra deprem bu beklentiyi doğurdu. Külli bir savruluş içinde insanlarımız bir "milad" umudu aradı. Zihninde, içine yolsuzlukları, ahlaksızlıkları, zulmü, adaletsizlikleri, insani çürüyüşü ve 28 Şubat sürecinde yaşananları yerleştirdiği bir "olumsuz geçmiş" tablosu vardı ve bundan kurtulması gerekiyordu. Ama gücü yetmiyordu. Acaba böyle bir savruluş, intibaha yol açar mıydı? Böyle, yani, devlet dahil hangi güçle donanmış olursa olsun insanoğlunun başedemediği bir savruluş, insanı kendisini aşan bir güç ve onun insana ve evrene verdiği temel yasalar çerçevesinde yeniden düşünmeye sevkeder miydi? Yeniden düşünmeye, yani insandan devlete uzanan çizgide yolsuzlukları, zulmü, adaletsizliği, ahlaki tefessühü aşmaya yöneliş olur muydu?

Sonra Sami Selçuk konuştu...

Devletin bir kurumu adına konuştu.

Tıpkı Anayasa Mahkemesi Başkanı A. Necdet Sezer gibi konuştu.

Bunlar "devlet adına" yeni, birbirini besleyen, yani süreklilik arzetme mahiyeti taşıyan ve yine "devlet adına özeleştiri" diye nitelenebilecek seslerdi.

Burada da "milad arayışı" var.

Hukuk, ki egemen sistemin eğitimle birlikte "toplumu dönüştürme aracı" olarak mütalaa ettiği kurumdu, şimdi onun adına iki zirve isim, egemen yapıya köklü eleştiriler getiriyor ve toplum adına taleplerde bulunuyordu. "Hukukun devlet tarafından değil, toplum tarafından üretilmesi" isteniyordu. Toplum adına "özgürlük" isteniyordu. Acaba bu, devlet adına bir dönüşümün (ya da miladın) habercisi olamaz mıydı?

Susurluk''ta, ideolojik farklılaşmaları aşan (FP''li Mehmet Elkatmış''la CHP''li Fikri Sağlar''ın ortak gayretini hatırlayalım) çok geniş bir toplumsal heyecan oluştu. Direnen küçük bir grup vardı.

Deprem, ideolojik farklılıkları aşan (ortak bildiriyi hatırlayalım) çok geniş bir toplumsal yakınlaşmaya sebep oldu. Merkezi irade kaynaklı küçük parazitler ortaya çıktı.

Ve Sami Selçuk''un konuşması, gene farklı ideolojik yelpazeden insanların müşterek heyecanına vesile oldu. Küçük bir grup ise, bu toplumsal heyecana "Fransız kalma"ya devam ediyor.

"Milad beklentisi" ile ilgili durum tesbiti şudur:

1-Toplum hep bir ağızdan Bediüzzaman''ın deyişiyle "Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal" diyor. Yani devlet adına köklü bir özeleştiri sürecinin başlamasını istiyor.

2-Bu beklentinin fikri bütünlüğü mevcut olmayabilir. Bunu bir zaaf olarak telakki edip, beklentiyi çökertmek için malzeme olarak kullanmak, Türkiye''ye yapılacak en büyük kötülük olur. Bu beklenti, Türkiye için farklılıkları aşabilecek, erteleyebilecek, törpüleyebilecek bir iç heyecana sahiptir.

3-Bu beklenti, bünyesinde coşkun ama ürkek bir ümit taşıyor. Bakıyor, küçük ihtilaflar aşılıp, yürekler bir araya geldiğinde ülke adına güzel şeyler başarıldığını görüyor. Bakıyor, toplumsal ilişkide büyük yaralanmalar olmadığını, toplumun özgürlükler-sınırlar konusunda büyük ihtilaflar yaşamadığını, acıların ve sevinçlerin toplumu kolay derleyip toparladığını görüyor. Bir yanlışlık var ama nerde, diye sorup dururken, işte bu büyük savruluşlar içinde, merkezi iradenin açık düştüğünü farkediyor. Oysa, merkezi irade de toplumdan bütün bütün soyutlanacak bir olgu değil. Öyleyse neden? Neden bu farklılaşma gerçekleşiyor?

Ben devlet olsam, bu "milad beklentisi"ni ciddiye alır, ülkemin geleceği için bulunmaz bir enerji deposu olarak değerlendirirdim. Ülkemin insanları "geleceği yeniden inşa etmek" için birbiri ile kucaklaşıyor ve ben bundan ürküyorum. Bu akıl alacak iş midir? İnsanım benim için korku değil, ümit kaynağı olurdu. İnsanlarımın fedakarlık duygularını, adanışlarını, acıyı paylaşma hasletlerini denetlemeye, bazan pörsütmeye yeltenmezdim. Özgürlük taleplerini, ülkenin bağımsızlık heyecanının parçası olarak telakki eder, özgürlüklerine böylesine düşkün bir halkın devleti olduğum için Allah''a şükrederdim. Ya boyun eğmeye alışmış bir halkın devleti olsaydım! "Milad beklentisi"ni, geçmişe yönelik hiçbir özeleştiri özü taşımıyor olsa bile, sürekli yenilenme iradesinin uzantısı olarak telakki eder, şükranla karşılardım.

Toplumun milad beklentisinden ürken bir merkezi iradede bir yanlışlık olmalı. Milad sırf bunun için hayatî değer taşıyor.


25 yıl önce
Milad beklentisi
Bağlılığın ya da kopuşun simgesi olarak isimler...
Sevgi ve riya uyuşmazlığı
KGF’nin ayrıntıları netleşti
Kolonyalizm, oryantalizm ve Avrupa’nın taşralaştırılması
Kamu tasarrufu