|
Sema Pişkinsüt"e çağrı

Şu sıralar, bir hayli işkence iddiası dinledim. TV''den yayınlanan rahat görüntüler içindeki itirafına şaşırdığım ünlü bir sanık, cezaevinden gönderdiği mektupta, "O görüntülerin yoğun tehdit altında çekildiğini, sorgucuların kendisine ''ölümle senin aranda oturduğun sandalye kadar yakınlık var'' dediklerini" yazmıştı.

"Bırak Eşkıya Desinler" isimli kitabında Halûk Kırcı şunları anlatıyor:

"Çok detaylı ve ince sorularla bezenmiş bu sorgu bittiğinde, ayağa kalkan şube müdürü:

''Has.... ulan, hikâye anlatıyorsun. Bizimle dalga mı geçiyorsun. Bunları yemedik. Şimdi sana akşama kadar mühlet veriyorum: İyice düşün taşın, öyle cevap ver. Aksi olursa neler yapabileceğimi biliyorsun" dedi ve beni şubenin aynı katında bulunan nezarethaneye gönderdi.''

Öğle olmuştu. Tek başıma atıldığım hücrede uyumaya çalışıyordum ki, yeniden sorgu için dışarı çıkarıldım. Bir polis tarafından, hücrenin kapısında ve oldukça sert emirlerle gözlerim bağlandı. Bilinen polis taktikleri gereği bir müddet gözlerim bağlı şekilde koridorlarda gezdirildim ve sesini sorgu sırasında duymadığım bir kişinin önüne götürüldüm. Ellerim arkadan kelepçeli şekilde, ayakta bu şahsın sorularını cevaplandırdım. Cevaplarımdan memnun kalmayan bu şahıs, önce tehditler savurdu, sonrasında küfürler ederek:

''Şimdi git. Karını getirdiğimiz zaman da konuşma, göreyim. Onları bıraktığımızı mı sanıyorsun. Buraya gelip konuşmadan çıkanın alnını karışlarım.''

Aynı şekilde tekrar hücreye götürüldüm. Akşam saatlerinde yine gözlerim bağlandı. Bu sefer direkt olarak sorgu odasına götürüldüm. Gözlerim bağlı olarak çırılçıplak soyuldum, ellerim arkadan kelepçelendi ve soğuk hava üflemekte olan bir klimanın önüne dikildim. Asıl sorgu o zaman başladı. Hayalarım sıkıldı, küfürler, tehditler birbirini izledi, iz bırakmayacak şekilde yumruklar atıldı, tahrik edici hakaretlerle dolu sözler söylendi. Doğru konuşmamakla suçlanıyordum ve ısrarla yalan söylemem isteniyordu. Neler yapmamıştım ki: adam öldürmüş, silah saklamış, soygun yapmış, adam kaçırmıştım. Bunları tek tek anlatmazsam kurtuluşum yoktu (?), oradan cesedim çıkabilirdi.

Ben anlattıklarıma eklenecek bir şey olmadığını söyledikçe, işkencenin dozunu artırıyorlardı. Söylediklerimin hiçbiri onları ikna etmeye yetmiyordu. Hızlarını alamayıp binlerce kez yazılıp söylendiği şekliyle, elektrik işkencesini de denediler. Sonunda onlara şöyle bir teklifte bulundum:

''Bildiklerim sizlere anlattıklarımdan ibarettir. Ama inanmıyorsanız ve ne biliyorsanız yazıp getirin, imzalıyayım.''

Risk alarak yaptığım o teklifi de kabul etmediler:

''Yok oğlum, paşa paşa sen anlatacaksın....'' (s. 250)

Bunlar, eminim ki, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Sema T. Pişkinsüt için tanıdık ifadelerdir. Çünkü başkanlık ettiği komisyon, İstanbul''da Kadın ve Çocuk Tutukevi ve bazı polis karakollarında incelemelerinde, böylesi bir çok hikâye dinlemişlerdir. Hazırladıkları raporda bunların ürpertici örneklerini okumak mümkün. İşte "Tutuklu-10"un söyledikleri:

-Tazyikli suyu elbiseleri çıkartarak veriyorlar. Hatta ''Ben ciğer hastasıyım'' dedim. ''Benim hiçbir suçum yok'' dedim. Araba yıkar gibi tazyikli suyla yıkıyorlar. Ondan sonra coplar. Copla her yerine vuruyor, yapmadığım suç için. Dosya kağıdı getiriyor, onu imzalattırıyor gözüm bağlı. Ondan sonra elektrik veriyor."

Benzeri şeyleri "Tutuklu-11", "Tutuklu-12", "Tutuklu-30" anlatıyor. İşte "Tutuklu-80"in sözleri:

"Elinde copla geliyor, ''Söylüyor musun, söylemiyor musun?'' diyor. Ben de ''Bilmiyorum'' diyorum, ama yarım saat suya tutunca mecbur kalıyorum."

Ve bugünler... "Umut Operasyonu" çerçevesinde tutuklanan Abdülhamit Çelik''in eşi, "Eşime günboyu işkence yapmışlar" diyor. Eşinin sözlerini şöyle aktarıyor:

"Ben orada sürekli savcıya söyledim, ''Ben buraya hiç gelmedim, burayı hayatta görmedim. Hiç gelmediğim yerde bana cinayet işlettiriyorsunuz'' diye. Böyle söyledikçe kolumdaki polisler, ''Sana söylediklerimizi söyleyeceksin'' diye beni tehdit ediyorlardı, tekrar Emniyet''e dönüleceği için mecburen onların söylediklerini tekrarlamak zorunda kaldım." (Akit, 29 mayıs 2000)

"Umut Operasyonu" çerçevesinde tutuklanan sanıklardan bir başkasının eşi ise, "Eşim öyle suçların içinde gösteriliyor ki, ''Bu benim eşim mi?'' diye sorma ihtiyacı hissediyorum" şeklinde konuşuyor.

İşkence süreci, sanıkların bedensel ve ruhsal olarak kıstırıldıkları ve çökertildikleri bir süreç... Eşlerin, çocukların tehdit unsuru olarak kullanıldığı bir süreç... Ve ortada böyle bir dünya iddia var.

İşte ben, tam da burada, Başkan Sema Pişkinsüt''ün şahsında, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu''na bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu işkence iddialarını da sıcağı sıcağına inceleyiniz.

Biliyorum, "Umut Operasyonu" gibi, Türkiye''yi derinden sarsan faili meçhul cinayetler konusunda büyük umutlar hasıl eden bir olayda, medyanın "cinayet makinası" gibi takdim ettiği kişilerin "İşkence gördüm" tarzındaki yakınmalarını gündeme almak zordur. Ama, operasyonun seyri hakkında zaten kafaların karıştığı bir sürece girilmişken, insanların, gerçekten işkence altında verdikleri ifadelerle cinayet sanığı haline gelme ihtimalleri varsa... TBMM''nin insan hakları üzerindeki duyarlılığını harekete geçirmek elzem olmaz mı? Operasyonun yargı boyutu devam edebilir, ama komisyon, işkence iddialarını soruşturarak, eminim ki yargı boyutunun da daha sağlıklı işlemesine katkıda bulunabilir. Böylece Türkiye, faili meçhul cinayetler konusunu çözmek için gayret gösterirken bile, işkenceler konusunda hassasiyet sergilediğini ve hukuka riayet ettiğini örneklemiş olur. Komisyon, daha önceki raporunda gerçekten umut verici ve tarihî bir görev ifa etmiştir. Bugün de Türkiye kendilerinden gayret beklemektedir.

24 yıl önce
Sema Pişkinsüt"e çağrı
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî