|
Yaradan"ın Farrah Fawcett adlı bir kulu...

Geçen haftanın ortalarında, gazetelerden birinin magazin sayfalarında gözüme çarpan kısacık bir haber, hafızasında 40''lı yaşların yorgunluğu ve tıklım tıkaşlığını fazlasıyla hisseden beni, bir anda 2000''lerin dünyasından kopartıp bundan 30 yıl öncesine doğru savuruverdi.

Şöyle diyordu gazetede okuduğum o haber:

“1970''lerde ''Charlie''nin Melekleri'' adlı televizyon dizisinde canlandırdığı Ajan Jill Munroe karakteriyle o dönemde dünya çapında üne kavuşan güzel yıldız Farrah Fawcett bugünlerde ölüm döşeğinde… Kolon kanseri olan 62 yaşındaki sanatçı, Los Angeles''taki bir hastane odasında umutsuzca ölümü bekliyor.”

Haberde ayrıca, adı anılan kişinin “39 kiloya düştüğü ve şuurunun tamamen kapandığı” gibi iç burucu iki ayrıntı da yer almaktaydı.

Bu satırları okuduktan hemen sonra hafızam bulanıverdi ve âdeta bir zaman makinesine istemsizce sokulmuşçasına, 1970''lerin sonlarına, henüz ortaöğrenime başlamak üzere olduğum yeniyetmelik dönemlerime doğru uçup gittim.

An itibarıyla hayatlarının gençlik dönemini yaşayanlar için, ismi olumlu ya da olumsuz hiç bir çağrışım yapmayacak, artık çok uzaklarda kalmış bir televizyon kahramanıdır Farrah Fawcett… Onun tam olarak kim olduğunu ve ülkemizdeki televizyon izleyicilerini yıllarca nasıl hop oturtup hop kaldırdığını, yaşı şimdilerde 40''lardan daha yukarıda bulunanlar hatırlayabilir ancak…

1970''lerin sonlarında, pek çok ülkeyle birlikte Türkiye''de de gösterime giren “Charlie''nin Melekleri” adlı diziyle tanımıştık Farrah Fawcett''i… Polislikten istifa etmiş üç genç kadının “Charlie” adlı gizli bir patron hesabına suçlularla mücadele etmesini anlatan bu dizideki ana karakterlerden biriydi. Ve o bebek yüzü, akıl almaz güzellikteki saçları, havalı yürüyüşüyle, daha dizinin ilk bölümlerinden itibaren diğer iki kadın kahramanı acımasızca ezip geçmişti. Yurdumun sarı saça hasret kalmış erkekleri, yeryüzündeki diğer milyonlarca hemcinsleri gibi, onu görebilmek için “Charlie''nin Melekleri”nin tek kanallı, siyah-beyaz TRT ekranında yayımlandığı günlerde bütün randevularını iptal edip erkenden televizyonun karşısına geçiyor, kadınlar ise gizleyemedikleri yoğun bir kıskançlık duygusu içinde mahallelerindeki kuaförlerin kapılarını aşındırıp “Benim saçımı da Farrah''ınki gibi yap, ne olursun!” diye ağlaşıyorlardı. Tabiî, o sıralarda henüz ergenlik sivilceleriyle boğuşmakta olan benim yaş grubumun da dizinin gösterildiği akşamlar ekranın içine düştüğünü, bu hatunun resimlerini gördüğümüz her gazeteyi -odamızın duvarına asmak ya da okul defterlerimizin üzerine yapıştırmak üzere- makasla paramparça ettiğimizi dürüstçe belirtmeliyim.

Velhasıl kelam, 1947-Teksas doğumlu bu sarışın afet, âdeta bir illüstrasyon sanatçısının kaleminden çıkmışçasına kusursuz hâle getirilmiş güzelliğiyle, o günlerde genç-yaşlı, kadın-erkek, sağcı-solcu demeden pek çoğumuzu darmadağın etmişti. Öyle ki 1979 yılında, sırf Türkiye''de elde ettiği olağanüstü popülariteyi sömürmek amacıyla, markası “Jill” olan bir külotlu çorap bile piyasaya sürülecek ve bu markanın -lüzumsuz tüketimi kışkırtan- olaylı satış sloganı, rahmetli siyasetçi Bülent Ecevit tarafından o günlerde Meclis gündemine taşınacaktı. “Eskimiş çoraplarınızı atın, Jill geliyor!” şeklindeki slogan, öteden beri tam bir tasarruf adamı olan Ecevit''i çok kızdırmıştı. Nitekim, söz konusu ürünü piyasaya süren şirket de yaptığı vahim pazarlama hataları nedeniyle kısa bir süre sonra battı zaten…

Tasvir etmeye çalıştığım dönemde henüz 30''lu yaşlarının başlarında olan Farrah, o benzersiz güzellikteki saçlarıyla, kısa bir süre sonra “Wella Balsam” şampuan şirketinin yeni reklâm yüzüne dönüştü. Bu kampanyayla özdeşleşen, yanda bir örneğini gördüğünüz ikonik posterinin bir yılda yalnızca ABD''de 12 milyon adet sattığını söylersem, sanırım oluşan hayranlığın boyutları biraz daha iyi anlaşılır. Günümüz gençlerinin anlayabileceği türden bir popülarite değildi bu; ne Angelina Jolie, ne Lindsay Lohan, ne de Megan Fox gibi zamane güzellerinin karşısında durabileceği olağanüstü bir beğeni dalgasıydı ki sinema-TV tarihinde belki ancak Marilyn Monroe ile kıyaslanabilir böylesi bir durum…

İlk gençlik yıllarımıza damgasını vuran, gerek oynadığı polisiye dizi, gerekse şampuan reklâmlarında sağa sola savurduğu saçlarıyla rüyâlarımıza giren bu alımlı kadın, bizlere bir başka darbeyi de evlendiği adamla vuracaktı. Âdeta, “Kraliçeler ancak krallarla evlenir” biçimindeki o zalimâne tezi haklı çıkarırcasına, aynı dönemin bir başka kült dizisi “6 Milyon Dolarlık Adam”ın başrol oyuncusu Lee Majors ile hayatını birleştirmişti güzel yıldız. Çok iyi hatırlıyorum, Türk erkekleri sırf bu yüzden içten içe illet olmuşlardı Majors''a. Ancak söylenebilecek pek fazla bir şey yoktu; gösteri dünyası onu ancak kendisi gibi bir “rüya erkek” simgesine, olağanüstü fiziksel yeteneklerle donatılmış yarı-biyonik bir adam karakterini canlandıran bu yakışıklı ağabeyimize uygun görmüştü. O dönemde adının sonuna bir de “Majors” takısı gelecek ve medyada “Farrah Fawcett Majors” olarak anılmaya başlanacaktı.

Sonra, 1980''lerle birlikte “Dallas” dizisi falan gündeme geldi ve bizler oradaki bir başka Teksaslı sarışını, Charlene Tilton''un canlandırdığı bodur köylü güzeli Lucy''yi görünce Farrah''ı yavaş yavaş unuttuk gitti. Çünkü özünde iyi bir oyuncu değildi; pek çok sarışın aktrist gibi onun da kariyeri bütünüyle fiziksel albeni üzerine kurulmuştu. Nitekim, “Charlie''nin Melekleri” ile elde ettiği abartılı başarıdan sonra bir daha ne televizyonda, ne de sinemada rol aldığı filmlerde aynı performansı tutturamadı. Sonuçta ise televizyon tarihinin hoş hatıralarından biri olarak yavaş yavaş kabuğuna çekilecekti.

İşte, kendisinden yıllar sonra tekrar haber alışımız da geçen hafta gazetelere yansıyan bu kısacık “kanser” haberiyle oldu.

Farrah Fawcett yavaş yavaş ölüyor; belki de sizin şu yazıyı okuduğunuz an itibarıyla son nefesini vermiş olabilir.

Fiziksel güzelliğe ölesiye tapınılan bir dünyada, o günleri hiç yaşamamış, yani “Özel Dedektif Jill”in dünyayı 5-10 yıl boyunca kasıp kavuruşuna tanık olmamış genç okurlar, ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım bu öykünün ne anlama geldiğini de asla tam mânâsıyla kavrayamayacaklardır. Buna karşılık, 70''lerde genç olmuş akranlarım ve benden yaşça daha büyükler bu ibretlik hayattan gereken dersleri çıkartacaklardır hiç kuşkusuz…

Bir dönem beş kıtadaki erkek ırkının attığı her adımı ağzından salyalar akarak izlediği “dünyanın en güzel kadını”, şimdilerde 39 kiloya düşmüş, şuurunu yitirmiş ve bir hastane odasında umutsuzca ölümü bekliyor. Yanında ise 1982 yılında boşandığı karizmatik eşi, “Altı Milyon Dolarlık Biyonik Adam” Lee Majors artık yok. Ajansların verdiği bilgiye göre, Farrah''a, 1980''lerde tanışıp o tarihten beri duygusal ilişkisini sürdürdüğü, 1985''de kendisine bir de erkek evlat armağan ettiği “Aşk Hikâyesi” filminin başrol oyuncusu Ryan O''Neal sahip çıkıyormuş. “Aşk Hikâyesi”nin finalinde, zengin ve nemrut babasının “O fakir kızı tez elden bırak, kendine denk biriyle evlen” şeklindeki ültimatomuna O''Neal''in koyduğu esaslı postayı hatırlayanlar için, bu da son derece anlamlı bir vefâ tezahürü aslında…

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri''nin yıllar önce sinema sanatına ilişkin görüşlerini ifade ettiği bir sohbette de belirttiği üzere, beyazperdeden hayatınıza yansıyanlara bir “boş zaman öldürme eğlencesi” olarak değil, böylesi bir ibret perspektifinden bakarsanız, o perdenin üzerinde ve ardında yaşanan serüvenlerden alacağınız pek çok mesaj vardır hiç kuşkusuz…

Umarım ki 1970''lerin bir numaralı arzu nesnesi konumundaki Farrah Fawcett''in, Yaratıcısı''na kavuşmadan önceki şu son günleri, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp giden bütün “hırslı” kadın ve erkeklere iyi-kötü bir şeyler anlatır.

* * *

Gerek, sıkıntılı dönemlerde hâlden anlayan bir dost, gerek kul hakkını ihlâl etmekten ölesiye çekinen hassas bir yönetici, gerekse inanç konularında güvenilir bir kılavuz olarak hayatımın son yirmi yılına damgasını vurmuş çok değerli bir meslek büyüğüm, gazetemizin saygıdeğer yazarı Resul Tosun, 22 Nisan 2009 Çarşamba günkü köşesinde şahsıma ilişkin olarak son derece samimi bir destek yazısı kaleme aldı.

Gerçi, söz konusu yazıyı okur okumaz kendisine kardeşçe teşekkürlerimi hemen ilettim; ancak câmiamızda eşine pek ender rastlanan bu güzelliği bir de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Resul ağabey, insanların birbirlerine iki satırlık bir selam ya da iltifat göndermeyi zûl saydıkları, hele de benim gibi “can sıkıcı” adamlar söz konusu olduğunda ellerinin ve kalplerinin kilitlendiği bir çağda, Müslüman''ın Müslüman''a öncelikli borcu olan sevgiyi cömertçe saçmış aşağıdaki yazısında…

Bilinsin ki kalp kalbe karşıdır; o beni ilk tanıdığı günden itibaren nasıl sevmiş ve desteklemişse, ben de onu yıllardır aynı şekilde seviyor ve adını her ortamda saygıyla yâdediyorum. 1990''ların başlarında Yörünge dergisindeki müşfik genel yayın yönetmenim olarak kalbimdeki “gerçek dostlar galerisi”ne katılan bu güzel insan, son nefesime kadar da oradaki müstesna konumunu muhafaza edecektir inşaallah…

Hep solcular solculara, ateistler ateistlere, liberaller liberallere, eşcinseller eşcinsellere, ikinci cumhuriyetçiler ikinci cumhuriyetçilere, ya da -en kepazesi- kompleks yumağı olmuş kimi Müslümanlar ateistlere iltifat edecek değil ya; arada sırada Müslümanlar da Müslümanlara iltifat etsin, birbirlerini daha hayırlı işlere girişme yönünde yüreklendirsin ki şu âlemi ayakta tutan manevî direkler yerlerinde kalsın.

Sözümona ortak değerler için mücadele ettiğimiz, ancak adına “dayanışma” denilen erdemi nicedir unutmuş bulunan kimi dost ve meslektaşlarımıza sevgiyle ithaf olunur:

15 yıl önce
Yaradan"ın Farrah Fawcett adlı bir kulu...
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?