|
Suriyeli misafirler...

5N 1K"da Cüneyt Özdemir"in, Akçakale Süleymanşah Konaklama Tesisleri"nde, (görevlilerin ifadesiyle) "Suriyeli misafirlerimiz"le yaptığı röportajları izlerken, aklıma Mart başında Sayın Ahmet Davutoğlu"nun, Londra"da London School of Economics"te izlediğim ve sonra da üzerine yazdığım konferansı geldi.

Hem o günün tüm programını, hem de sayın Davutoğlu"nun konferansta yaptığı önemli analizi "Bir Özgüven Seyahati" başlığıyla yazmıştım. Konferansın başlığı şöyleydi:

"Dünya politikalarında dönüşüm: Küresel ve bölgesel düzenin önündeki meseleler"...

Notlar haline özetleyerek Davutoğlu"nun şu tespitlerini aktarmıştım:

"30 Yıl Savaşları, Napolyon"un Avrupa"da ilerleyişi, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı; bu büyük toplumsal çalkantılardan sonra dünya düzenini etkileyen önemli kırılma noktaları ortaya çıkmıştır. Büyük anlaşmalar, uluslararası organizasyonlar gibi. Soğuk Savaş sonrası ne olmuştur? İşte şu sıra dünyada yaşanan kırılma noktalarının, transformasyonun işaretleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde verilmiştir...

*Birleşmiş Milletler bu transformasyonu yaşayan yeni dünya düzeninin ihtiyaçlarına cevap verememektedir... BM"deki üye ülkelerin iradesi mi belirlemektedir kararları; yoksa veto hakkına sahip, ayrıcalıklı 5 daimi üye ülke (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, ABD) mi?...

*Filistin"in üyeliğe alınma sürecinde 138 ülke "evet" dedi, 9 ülke "hayır" dedi. Peki sonuç?... Olaylar 138 ülkenin iradesine göre mi tecelli ediyor, yoksa 5 ülkenin mi?.. Benzer bir durum Suriye konusunda yaşanıyor. Karar, kahir çoğunlukla (135) alındı. İki yıldır insanlar katlediliyor orada...

*BM bugün önündeki siyasi meseleleri çözmek için gerekli olan adımları atamıyor, ihtiyaca yanıt veremiyor... Bosna Hersek"te de BM, 3 yıl somut bir yanıt verememişti. Eminim bundan 5-10 yıl sonraki BM Genel Sekreteri Suriye halkından özür dileyecektir...

* "Komşularla sıfır problem" derken biz bilmiyor muyuz, aynı evdeki iki kardeşin bile aralarında sorun yaşayabildiklerini. Ancak mesele, bir niyet ve kültür meselesidir... Tarihi ve kültürü ile Avrupa"nın bir parçası olan Türkiye dikkate alınmadan, ne küresel düzen tesis edilebilir, ne de bölgesel..."

Sayın Davutoğlu"nun notlar halinde özetleyerek aktarmaya çalıştığım bu konferansı, bu sütunlarda yazmaktan bıkmayacağım "Kamu diplomasisi"ne dair örnek çabalardan biriydi. Peki, Salı akşamı Cüneyt Özdemir"in bir çadırdan diğerine, hastanesinden marketine, dersliklerinden kuaförüne kadar peşinde çocuklarla birlikte ekran başındakileri de dolaştırdığı, her an değişen rakkamıyla 26 bin küsur Suriyeli sığınmacının kaldığı Akçakale Süleymanşah Konaklama Tesisleri"ndeki hayatı, dünyada kaç kişi biliyor acaba? Dünyayı bırakalım, Türkiye"de kaç kişi biliyor? Her çadırda başka bir hikayenin yaşandığını, lâfın başka, hayatınsa bambaşka olduğunu kaçımız biliyoruz?

Atıp tutmak kolay; evinde bir misafiri bile ağırlamayı bile hayatın büyük bir yükü gibi hissedenlerin, binlerce insanı ağırlamanın maddi ve manevi sorumluluğundan, maliyetinden haberleri pek olmayabiliyor...

Anlatılmıyorsa, gösterilmiyorsa, hayatımızın içine sokulmuyorsa ve yapılan iş doğru ifade edilemiyorsa, "boşlukları sevmeyen" iletişimi, içi önkabullerle doldurulmuş ve tutarlı bir analizden, realiteden nasiplenmemiş itiraz kültürü elegeçiriverir.

"Köklü müzikler asla ölmüyor."

Bu söz, 26 Eylül"de Ankara"da, 27 Eylül"de de İstanbul"da (kısmetse orada olacağız) konser verecek olan Pink Martini"nin kurucusu ve aynı zamanda piyanisti olan Thomas Lauderdale"e ait...

Son albümleri "Get Happy"ye ilişkin amaçlarını ifade ederken kullanmış. Harvard Üniversitesi"nde tarih ve edebiyat okumasına rağmen otuz küsur yıldır piyano çalmayı tercih etmiş olan Lauderdale"e Taraf muhabiri Cenk Erdem şu soruyu sormuş:

"Şarkılarınızda ister Küba müzikleri olsun, ister caz standartları; hatta dünyanın neresinden olursa olsun eskilere tutkunuz hiç bitmiyor. Bu şarkıların sizce en güçlü tarafları neler?"

Yanıt:

"Bazı türlerin de çıkış noktaları çok köklü. Tıpkı caz şarkılarının aslında meydan okumak, başkaldırmak için ortaya çıkmaları gibi. Müzik derin bir okyanus ve köklü müzikler asla ölmüyor. Yeni albümümüzde de ve öncekilerde de şarkıların en güçlü tarafı sözlerinin naifliği ve güzelliği."

Hafta sonunda tam da bu konu üzerine bir şeyler yazmaya çalıştığımdan olacak, Pink Martini"ye dair bu röportajda gözüm hemen bu cümlelere takılıverdi...

İstanbul Erkek Lisesi mezunlarının dergisi "Sarı Siyah" için Tansel Atasagun kardeşimiz, benden yazı talep ederken şöyle demişti:

"Konu başlığımız: "Şarkılar Seni Söyler". Bazı şarkılar vardır; zaman makinesi gibidir. Duyduğunuzda zamanda ve mekânda bir aralık açılır ve sizi başka bir yere, başka bir zamana götürür."

Ben de oturdum, çocukluğumdan itibaren bu yaşıma gelinceye kadar bende ve kuşağımda iz bırakmış şarkıları hatırlamaya çalıştım. Ve sonra şu tespitte bulundum:

"Hayatının hangi döneminde hangi şarkıları sevdiğini söyle, sana ruhunun tekâmül düzeyini, ya da kuşağının özelliklerini, sınıfını, kültür ve değerlerini, ya da estetik anlayışını söyleyeyim!"..

Ne mutlu şarkılarla türkülerle büyümüş olanlara...

11 yıl önce
Suriyeli misafirler...
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!