|
Kürt meselesinde durduğum yer
“PKK şiddeti neden gayri meşru?” adlı

yazımın ikinci bölümünün altına değerli dostum İlhan Çetin sosyal medyada aşağıdaki yorumu yazmış:

“Hocamın yazdıkları çok değerli şeylerdir; ama tamamına katılmayacağım. Hocam İttihatçı zihniyetin yani Kemalizm'in 1. Meclis'te Kürdler için vadettiklerini askıya alıp, Kürde red, inkar ve soykırım uygulayıp ünlü şark ıslahat planıyla tamamen hem yurdunu tek millet faşizmi adına işgal edip tüm haklardan mahrum bıraktığını atlamış gibi görünüyor

Bir halkın yaşadıkları topraklarda onu red edip, kendi devletinin egemenliğini kurup tüm haklarından mahrum bırakıp, kendi adına tasarladığı kültürü, yaşam biçimi ve idari şekli uyguladığınızda, bu işgal olmuyor mu? Bir halkın dilini yasaklamak, milliyetini, kimliğini yasaklamak adına yapılan sizce nedir? Bu yazıda iyi hoş şeylerin yanında, böylesi önemli şeyleri atlayan yok sayan şeyler de var. Hocamın affına sığınarak hatırlatayım dedim. Hürmetlerimle!”

İlhan Çetin'e iki teşekkür borçluyum. İlki, çelebi üslubu için. Notu, katılmadığımız fikirleri eleştirmek için o fikirlerin sahibine küfretmenin şart olmadığının çok iyi bir delili. İkinci teşekkür ise notu meseleye nasıl baktığımı daha etraflı izah etmeme vesile teşkil edeceği için.

Peşinen söyleyeyim, İlhan Çetin'in tespitlerine genel olarak katılıyorum. Kürtlerin kültürel ve bazen fizikî anlamda hayatlarına, varlıklarına yönelik saldırılarla karşılaştığına, İstiklal Harbi sürecinde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığına, siyasî egemenliği paylaşmaktan haksız yere dışlandıklarına kaniyim. Ancak, bütün bunlar özü itibariyle tek parti döneminin uygulamaları ve kalıntılarıydı. Tek parti döneminde Kürtler yanında Sünni Müslümanlar, Aleviler ve gayri Müslimler de ağır saldırılarla karşılaştı. Hepsi ideal birey ve toplum yaratma sevdası yüzünden büyük mağduriyetlere uğratıldı. Kürtlerin varlığı inkâr edilir ve Kürt vatandaşlar asimilasyona tâbi tutulurken, Sünni Müslümanlara devletin tanımladığı bir din ve dinî ritüeller dayatıldı. Aleviliğin teolojisi yok edildi. Gayri Müslimler dinî temizlemeye maruz bırakıldı. Yahudiler ve Ermeniler dini ayrımcılığına ilâveten etnik ayrımcılıkla da karşılaştı…

Ancak, demokrasiye geçince işler değişti. Her kesimin mağduriyeti değişen hızlarda ortadan kalkmaya başladı. Özellikle son on yılda Kürt meselesi ve gayri Müslimlerin hakları alanlarında daha önce hayal dahi edilmesi mümkün olmayan adımlar atıldı, mesafeler alındı. Son günlerde tırmanan şiddete rağmen Türkiye toplumunun derinlerinde iyiye doğru gidildiğine kaniyim.

Kürt meselesi özelinde konuşursak, benim durduğum yer şöyle: Kürtler gasp edilmiş tüm haklarını talep etmede haklıdır. İnkâr, ret ve asimilasyon politikaları insanlık dışıdır ve asla kabul edilemez. Vatandaşlık etnik bir temele dayandırılamaz. Kanunlar ve kamu hizmetleri vatandaşlara dillerine ve dinlerine dayalı ayrımcılık uygulayamaz. Bu konularda asla pazarlık yapılamaz. Bu ölçütlere uymayan her şey ıslah edilmek, değiştirilmek zorundadır.

Bu kadar değil, daha fazlası da var. Türkiye'nin siyasî yapılanması, devletin yapılanma tarzı da değiştirilebilir. Islah edilmiş bir üniter devlet yanında, özerklik, federalizm ve hatta Türkiye'den çıkacak bir bağımsız Kürt devleti dahi tartışılabilir. Hangisinin tercih edileceğine serbest tartışma ortamı içinde adım adım karar verilebilir. Halkın rızasına dayandıkça bunların hepsi meşrudur. Seçilen model hangisi olursa olsun benim temel talebim insan haklarına saygı gösterilmesidir. Bu şart karşılandığı sürece hangi yola gidileceği beni ikinci derecede ilgilendiriyor.

İstediğim, her ne talep edilecekse ve yapılacaksa demokratik siyaset yoluyla talep edilmesi ve yapılması. Politikacılar her zaman hata yapabilir ve bu hatalar eleştirilir, siyasî yollarla giderilir. Ama PKK'nın gayri meşru şiddeti demokratik, çoğulcu siyaseti boğmakta. PKK insan öldürerek, ailelerin evine şehit cenazeleri göndererek, milyonlarca insanın nefretini kazanarak Kürt halkının hayrına mesafe alabilir mi? Bir insanın dilinin yasaklanması her normal insanı üzer. Ama dilimdeki yasağı kaldırın diye demokratik taleplerle meydana çıkmak yerine askerleri, polisleri öldürürseniz diliniz üzerindeki yasak geniş kitlelerin indinde ikinci plana düşer, unutulur, önemsiz kalır.

Kaldı ki, İlhan Çetin'in içinde olduğu HAKPAR hareketinin kendisi hak ve siyasî statü değişikliği talebi için şiddete başvurmanın şart olmadığının en büyük ve güçlü ispatı değil mi? Toparlarsam, ben içerikten çok metotla ilgiliyim. Metodun meşru, barışçıl, insanlar arasındaki köprüleri yıkan değil kuran ve kuvvetlendiren bir metot olmasını istiyorum. Genel olarak şiddete, özel olarak PKK şiddetine işte bu yüzden karşıyım.
#kürt meselesi
#Tek parti dönemi
#pkk
9 yıl önce
Kürt meselesinde durduğum yer
Laikliğe aykırı mı?
Van Gogh gibi değil, Şems gibi
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!