|
110 yıldan beri demokrasi diyormuşuz

"Halkın öyküsü doğru yazılmayınca 64 yıldan beri tam demokrasiye geçemiyoruz; gerçekte 110 yıldan beri…" Bu sözler Tarhan Erdem imzası ile piyasaya çıkan yeni bir kitabın yazılış maksadını çok iyi anlatıyor. "Yasama Meclisi Üyeleri Seçimi ve Siyasi Partiler Kanunları 1876-2013" isimli kitap, siyasi parti reformu ve seçim sistemi değişikliğinin gerekliliği üzerinden bize tarihi bir izlek sunuyor.

Bu kitabın "mevcut sistemi neden değiştirmemiz gerekir" sorusuna cevaplar oluşturacağına inanıyorum.

Bu konu ağırlıklı olarak siyaset mühendislerinin öngörüsü ile yürüse de toplumun da bu tartışmaya iştirak etmesi gerekiyor. İlkesel bazda "yönetimde istikrar, temsilde adalet"in yanı sıra "çoğulculuğun parlamentoya yansıdığı" bir siyaset öneren konuyu, Ak Parti dışındaki siyasi partiler de yeterince sahiplenmiyor.

"Nisbi temsil sistemi ile birlikte barajın düşürülmesi, daraltılmış bölge Türkiye milletvekilliği" gibi konular kapsamlı bir reformun ön adımları olarak sadece sivil toplum kuruluşlarının tezgâhında bulunuyor. Dün bir grup gazeteci ile birlikte, İstanbul Politikalar Merkezi"nin yürüttüğü bir araştırma çerçevesinde Fuat Keyman-Tarhan Erdem-Bekir Ağırdır"ın kaleme aldıkları raporun sunumunda edindiğim izlenim bunlar. Bu toplantıda aldığım notlardan özellikle iki noktadaki endişeleri önemli buluyorum.

1. Nitelikli temsilden murat nedir? Nitelikler nasıl tespit edilecek? Çoğunluğun temsili ve nitelik sınırlandırması birbirine nasıl uyum sağlayacak? Burada yine elitist bir yaklaşım ortaya çıkar mı?

2. Bu reformu önerenlerin de belirttiği gibi kadınların siyasete katılmaları imkânsız hale getiriliyor, bu engel nasıl aşılabilir? Reform yapacağız, demokratikleşmenin önünü açacağız derken kadınların önünü kapatmayalım.

"Türkiye"nin demokratikleşmesi için kapsamlı bir siyasi parti ve seçim sistemi önerisi" isimli rapor gibi daha pek çok çalışmanın yapılması, buna da siyasi partilerin öncülük etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konu ayrıca toplumun her kesimini yakından ilgilendiriyor. Yoksa bu reformu yine siyaset mühendisleri yapar, biz de seyreder ya da en iyi bildiğimiz hali ile eleştirir dururuz.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA

Teşkilat-ı Mahsusa"ya sembol olmuş isimlerin bugünlerde sosyal medyada mahlas olarak kullanıldığına tesadüf edince bu konu hakkında tarihi bir özet vermek istedim. Konuya olan ilgim de üç yıl önce bir arkadaşımın yaptığı film projesi üzerine oluşmuştu. Elbette iyi bir Kemal Tahir okuru olmamı saymazsak.

Teşkilat hakkında yazılmış çok sayıda kitap var. Ancak bunların büyük bölümü anı ve rivayetler türünde. Teşkilatın önde gelen kişilerinden bazıları Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de önemli görevlerde bulunmuş, devlet geleneğindeki komitacılık anlayışını bize siyaset mirası olarak bırakmışlar. Teşkilat-ı Mahsusa üzerine bir çalışma yapan Amerikalı araştırmacı Dr. Philip H. Stoddard"un elde ettiği bilgilere göre, Teşkilat"ın Hilal olarak adlandırılan ve İslam dünyasının her yerinde faaliyet gösteren 30 bini aşan mensubu vardı. Abdülhamid"e karşı kurulduğunu söyleyenler de Abdülhamid tarafından tasarlandığını söyleyenler de var. Teşkilat, resmi olarak 1913"te Enver Paşa tarafından Harbiye Nazırlığı"na bağlı olarak kuruluyor. Teşkilat"a ilişkin bilinen hikâyeler daha çok Kuşçubaşı Eşref ve efsanevi emir eri Zenci Musa üzerine odaklanıyor. Ancak Beşiktaş kulübü kurucusu Fuat Balkan, İbrahim Betil, Ayhan Songar, Mim Kemal Öke gibi birçok ismin aile büyükleri bu bünyede bulunmuş. Hint kıtasından Afrika"ya, Orta Doğu"dan Balkanlar"a, Arap Yarımadası"ndan Orta Asya"ya uzanan İslam dünyasını, Osmanlı etrafında birleştirmeyi amaçlayarak, antiemperyalist bir misyonla hareket etmişler. Tek gayeleri imparatorluğu ayakta tutmak, İttihad-ı İslam"ın dağılmasını önlemek olmuş. Çöküşü önlemeye çalışmış ancak muvaffak olamamış bir grup olarak tarihe iz bırakan Teşkilat-ı Mahsusa"nın dünyada birçok istihbarat kuruluşuna model olduğunu; hatta İngilizlere karşı IRA"yı kurdurduğu da söyleniyor. 1922"de Enver Paşa"nın ölümüyle resmen dağılsa da mensupları farklı merkezlerde çalışmaya devam etmişler. Teşkilat"ın Bediüzzaman Said Nursi"den Mehmet Akif"e, Şeyh Sünûsi"ye pek çok alimin şeyhin desteğini aldığı yazılıyor.

Bu teşkilat "tarihin derinliklerinde kaldı mı yoksa devam mı etti" bilmiyoruz. Ancak o tarihi şartlara özgü olan komitacılığın bugüne yansımalarını açık seçik konuşmak gerekiyor. Vatanperverlik nedir? "Millet adına" diyerek belirlenen amaçlara ulaşmak için her araç mubah sayılabilir mi? Tarihi yeniden hatırlamak ve oradaki sembolleri yaşatmak ancak iyi ve kötü yönleri ile birlikte değerlendirildiğinde bize yol gösterici olabilir. Tek taraflı tarih okuması yapmak kayıptan öte bir şey kazandırmaz diye düşünüyorum. Cumhuriyet"in bize ezberlettiği tarihte en çok şikâyet ettiğimiz şey de bu değil miydi?

10 yıl önce
110 yıldan beri demokrasi diyormuşuz
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle