|
Çeteler...

Çeteler deyince hep aklımıza derin devlet ve gizli istihbarat falan gelir. Ya da sokak çeteleri, kabadayılar, bulunduğu yerde racon kesenler gelir. Pek de zarif değildir çetenin çağrışımı. Biraz hodbin biraz kabadır. Bu nedenle insan en fazla bu kavram ile kültür-sanat yan yana gelince şaşırıyor. Bir yerde çete olması için de paylaşılacak bir pastanın olması gerekiyor. Biz daha çok kültür -sanat üreticilerinin hep süründüğüne tanık olan taife olarak doğrusu bu işin bu boyutunu idrak etmenin burukluğunu da yaşıyoruz.

Çete sözünü telaffuz ederken tabii ki siyasi görüşlerin, sağ-sol gibi topyekün ayırımların sözkonusu olduğu durumlardan bahsetmiyorum. Üstelik bu ayrımlara göre yapılaşmayı da normal görüyorum. Elbette kültür -sanat erbabı da, esnafı da benzerleri ile çalışmayı tercih edecek. Çünkü bu iş hem gönül hem de zihniyet buluşması ister.

Şimdiye kadar bu meseleler beyaz Türklerin dışında kimseye bırakılmayacak kadar da önemli görülmüş... “Köylüler, dindarlar, sağcılar ya da muhafazakarlar bu işlerden fazla anlamaz,anlayanlar ancak üç beş geleneksel sanatı bilir” görüşü modern Türkiye''nin sanat vizyonuna hakim olmuş. Ve sanatın ötekileri ortaya çıkarılmış.

Türkiye''de zevk de, sanat da, bilgi de, bağlantılar da tek bir hat ve bu nedenle sanat temsilcilerinin tekel olması normalmiş gibi tahayyül edilirken, tüm bunlara fon oluşturacak kaynağın el değiştirmesi ile durumu daha karmaşık hal aldı. Özellikle halkın seçimi kültür-sanat çevresini pek mutlu etmedi. Bu işten anlamayanlarla ne yapılacaktı? Önce bir bocalama, sonra yapılan küçük işleri büyük büyük gösterip /nasılsa bilmedikleri bir alan ya atış sınırsız/ pazarlama ve ardından kafalama ya da “bize mecbursunuz” duygusu oluşturma. İşler tekrar rayına girmeye başladı!

İlk itirazlar parayı veren çevreden değil kendi aralarından, şehirli, kültürlü, sanattan anlayan benzerlerinden geldi. İtirazlar önce yüksek sesle yapıldı sonra da çaresiz fısıltıya döndü. Kimse dışlanmak istemiyordu. Çünkü her kültür -sanat üretcisinin yurt içi veya dışı yolları onlarla kesişiyordu. İşbirliği yapmayanlar, ya da daha kalıcı uzun vadeli sanat üretimi ve yatırımı yapalım, ya da Bizans''ın yanında Osmalı''ya da bir baksak diyenler yok sayıldı.

Bu işin insana en acı veren tarafı elbette kültür sanatın tekelleşmesinin yanısıra yapılan işlerin bilgi görgü artırma gezileri ve konser organizasyonunun ötesine geçmemesi. Şimdiye kadar ortaya çıkan taslak projelerle ortaya çıkan tek yönlü kültürel etkinlik vitrini ise çok iç acıcı görünmüyor. Türkiye, sadece batıya bakan yönünü ortaya koyan, tarihi sadece Bizans kültürü üzerinden yorumlayan, diğer yüzünü yok sayan ya da bir parmağa bal çalmacı etkinlikler ile temsil edilebilir mi?

(Sadece bilgi artırma, konuyu araştırma gezilerine şimdiye kadar harcanan rakam milyon doları geçiyor. Finans kaynağı ise çoğu zaman telaffuz bile edilmiyor.)

Yarısı eksik kalmış, küçümsenmiş, aşağılanmış ya da yok sayılmış bir Türkiye kültürü... Üstelik de tüm işin finansı da, mekan hibeleri de, bu yok sayılan diğer yarının katkıları ile yapılmış... Kültürel etkinlik diye hibe mekan alıp parayla bilet satmak sanat olunca istismara girmez mi acaba bilmem... Elbette köylülük bu ülkenin gerçeği ama istismara gerekçe değil. Şehirli kültür de sadece bir kesimin tekelinde değil.

Tüm bunlar sanatın pek çok alanında olduğu gibi İstanbul Kültür 2010 için de konuşuluyor. İşin Artistik komitesin sonradan yerleştirilen isimlerden birisiyim, iki-üç kere toplantılara katıldım ama gördüm ki orada da yemek gizli bölmede pişiyor. Mutfak her kesime, aynı kesimden de herkes açık değil...

Bu işin gerçekleşmesine çok emek verenler, sıkıntısını çekenler bu noktalarda sanırım kendilerini haklı görüyorlar. Onlara teşekkür ve minnet borcumuz var elbette... Bu işin yasasını çıkartan finansını sağlayacak olan /ve şimdiye kadar olanları sağlayan/ hükümet ve özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediyesi''de, diğer yerel yönetimler de teşekkürü hak etmiyor mu? Ayrıca bu ünvanın alınmasında emekleri yok diye kültür-sanat çevremizin çoğunu /modern -geleneksel/ dışarıda mı bırakacağız!

Dileğim; Türkiye''de kültüre sanata emek veren bütün emekçilere gönlünü de kapısını açan bir yaklaşımın benimsenmesi.

İstanbul''un 2010''da almaya hak kazanacağı önemli ünvan “ben kotardım, benim işim- ben pişireceğim, siz de çatır çatır paraları ödeyeceksiniz” duygusu verilmeden tüm kültür-sanat çevreleriyle her kesimden her alandan hakça paylaşılsa... Şehrimiz geçici gösterişli etkinlikler yerine kalıcı /sadece beyazlara değil/ herkesime ulaşan kültür -sanat faaliyetleri ile süslense...İstanbul her mahallesi ile kültür sanat şehri olmaya emek verse, hak eder hale gelse... ne kaybederiz ki!

Çetelere teslim olunca belki işler daha kolay ilerliyor ama işin bereketi ve ruhu kayboluyor.

17 yıl önce
Çeteler...
Hint-Pasifikler’de sular ısınıyor!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü