|
Müslümanca yaşamak ve yorumlar

Allahtan haftada bir yazıyorum. Gereksiz polemiklere girmekten de böylece korunmuş oluyorum. Sadece Cumartesi günleri yazdığım bu kuytu köşeyi seviyorum aslında. Belki de bu kuytuluk nedeniyledir ki berrak ve samimi bir üslup kullanabiliyorum.

Geçtiğimiz haftalarda hepimizin dini doğru anlamasında büyük emeği olan Prof. Hayreddin Karaman''ın kendi köşesinde bile-isteye başlattığı bir tartışmaya elbette ben de katıldım. Zira bir yazar olarak ömrümü edebiyat meşguliyeti üzerinden geçirmediğim gibi geleneksel bir din anlayışımın olmadığı da ortada

İslam''ın özündeki, insana ve topluma bakışını anlamayı önemseyen birisi olarak Kur''an-ı Kerim''de yer alan "Rad" Suresi''nin 11.Ayeti''nin Müslüman bir toplum olma noktasında bize önemli ufuklar açtığına inanırım. "Siz nefislerinizde (kendinizde) olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez" ayeti, insan ve topluma ilişkin bireysel ve toplumsal değişmenin yasaları üzerine önemli ipuçları taşır.

Bu yasaların doğru anlaşılması, dinin toplum içinde doğru yaşanması için de gereklidir.

Bunu anlama çabaları da çok eski bir tarihi kapsar.

Kötülüğün tarihi, ilk peygamber Hz.Adem''in çocukları Habil ile Kabil''in mücadelesi ile başlar neredeyse. Şeytana uymak ya da uymamak insanın yaratıldığı andan itibaren karşı karşıya kaldığı en büyük imtihandır. Hiç bir kötülük ya da günah, modern dünyanın keşfi ile ortaya çıkmış da değildir. Dinlerin mesajı da tam bu nedenle tüm çağları kuşatacak bir çerçevede bu mücadeleyi örgütler. Bu mücadelenin ilk basamağı olarak da İslam insana önce kendisini tanıtır, insanın kötülük kapasitesi üzerinden kurgular tüm emirlerini.

Bırakalım insanlık tarihini, İslam tarihinde en büyük zulmünü gerçekleştiren, Peygamberimizin vefatından elli yıl sonra onun torunlarını katleden Yezid örneği var gözümüzün önünde. Peygamberimizin büyük torunu Hz. Hasan''ı karısına para karşılığı zehirleten, Peygamberimizin diğer torunu Hz. Hüseyin ile birlikte ailesinden yetmiş iki kişiyi şehit eden Yezid''in Kerbela''dan sonra cemaati ile birlikte namaza gittiği rivayet olunur.

Yezid bir İslam halifesidir ve tüm bunları iktidarını kaybetme korkusu ile yapar. Medine valisine yazdığı mektupta :"Mektubum sana geldiği zaman, Hüseyin b.Ali ile Abdullah

b.Zübeyr''i buldur, onların bana bey''atlarını al! Eğer, bey''attan kaçınırlarsa, boyunlarını vur, başlarını bana gönder" der.

Bu örnek bile bize günahsız bir toplumun bu dünyada pek kolay ortaya çıkmadığını gösteriyor. Öyleyse ne yapacağız? Ben burada ayetin rehberliğine bırakıyorum kendimi. Rad suresinin rehberliğinde, kendi nefsimizde olanı değiştirmenin ana eksene oturması gerektiğine inanıyorum. Kendimiz ve neslimiz için günah korkusu taşıyorsak eğer...

Bu gerekçelerle Hayreddin Karaman''ın yazısına ve benzeri yazılara itiraz ettim, hala da bu itirazım sürüyor. Benim sorum "ben günahtan nasıl kaçınırım" üzerine odaklanıyor.

Ayrıca "bir Müslüman''ın günahkâra karşı tutumunun ne olacağı" gibi sorular, yeni mevzular değil. 20 yıl önce de aynı konuları tartışıyorduk. Ancak kapalı kapılar ardında. Şimdi farklı olarak herkesin gözü önünde bu konular tartışılıyor. Belki de bu nedenle bu tartışmaların acemilerinin bu mevzuları kavraması zor oluyor.

Bu konuya ilişkin yazıma çok yorum aldım. Kimi destekliyor, kimi karşı çıkıyor. Özgürlükler konusu İslami öğretiler çerçevesinde daha çok tartışılmalı bence. Ancak fark ettim ki benim yazım derin olmaya çalışan analizlere de konu olmuş. Entelektüel olmaya çalışan, üsttenci ve sözde had bildirici bakış açıları ortaya koyan yazılar. Spinoza''dan dem vurarak örtülü biçimde din düşmanlığına kadar uzanan ithamlar falan... Elbette ciddiye almıyorum. Mış gibi zira... Eh bir de kul hakkı giriyor işin içine, rasyonellik falan neyse de din düşmanlığı kısmı ahirete intikal ettirilecek bir davaya konu olabilir...

AİLE SAADETÇİ KADINLAR VE SİVİL TOPLUM

Geçen hafta aile saadeti isimli yazımdaki bölüme ilişkin gelen sorular çerçevesinde muhafazakâr kesimdeki giderek artan sivil toplum duyarlılığını analiz etmeye çalışacağım.

Aile saadeti sivil toplum çalışmalarını elbette engellemez, tam tersine sivil toplum çalışmaları aile saadetini güçlendirir. Zira faydalı bir meşgaledir. Eşlerin birbirine kafayı takıp hayatı zehir etmesine mani olur, insanı sosyalleştirir.

Ancak her sivil toplum çalışması büyük emek, istikrar ve amaç sahibi olmayı gerektirir. Bir şeyler yapmak, vakit değerlendirmek, faaliyette bulunmak, sıkılmayı engelleyici meşgale bulmak, sosyalleşmek gibi bireysel hedeflerle ciddi bir toplumcu çalışma yapılamaz. Bir derneğe veya vakfa çantamızı kolumuza takıp, birbirimizi görmek veya görünmek, çay içip muhabbet etmek için gide durursak, oradan da doğrusu iş çıkmaz.

Ramazan münasebeti ile birçok sivil kuruluşun iftarına da katıldım. Özelikle kadınlar cephesinde dinlediğim faaliyet raporlarının özeti şöyle: Karşılıklı ziyaretler, yurt içi yurt dışı geziler, çok az sayıda bilimsel toplantı, çok sayıda çay-kermes ve yardım, ha bire kaynaşma etkinlikleri... İyi güzel de, bu raporlarda biraz da hedefler, buna ilişkin stratejiler, uluslararası örgütlü paylaşımlar, kat edilen mesafe, faydalar falan yer alsaydı. Erzak dağıtmanın, çocuk giydirmenin ötesinde tabiî ki. Bunların sivilleşmeye ve sivil topluma katkıları ne sorusuna yeterli bir cevap bulamadım ne yazık ki. Sivil toplumun hakkını veren kadın örgütlerini bu yazının konusu dışında tutuyorum. Orada söze hacet yok zaten. "Ayinesi iştir kişinin" demek yeterli.

٪d سنوات قبل
Müslümanca yaşamak ve yorumlar
Kırgın çiçekler solmasın!
Sözleşmeli personele yiyecek yardımı yapılır mı?
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!