|
Ne yazsam?

Ne yazsam kaygısı çarşambadan başlıyor, daha iyi bir konu sayıklaması içinde yazılar cumaya kalıyor. Söz uçar yazı kalır, farklı olsun-tekrara düşmeyeyim derken "peki ne yazacağım" sorusu benim için haftanın en önemli sorusu. Bi de sözü dolandıranı, uzun anlatanı, ağdalı ifadeler kullananları de sevmeyince yazı yazmak daha da kriz haline geliyor.

Ne yazsam kaygısına etki eden başka faktörlerde var elbette. Elalem ne der kaygısını yabana atmayın. Dindar bir kadınsın başörtülüsün, yüklenen anlam büyük/demirden bir yük binmiş köpükten gövdene/ sana yakışır mı diyenler de var, takiyye yapıyor diyenlerde…

Bir de medya büyüklerimiz var "ne yazsam" kararımı sınırlayan. Mesela AHİM''in Merve Kavakçı''nın,Nazlı Ilıcak''ın siyasi yasaklarını haksız bularak Türkiye''yi mahkum etmesine ilişkin yazmak istiyorum ama biliyorum ki medya büyüklerimizden bir kısmı "başörtülü yazarlar hep başörtüsü yazar",diğer kısmı da "başörtülüler başörtüsü dışında hiçbir şey yazmaz" deyecek. Ya da kadın yazar statüsünden "yine mi kadın meselesi yazdın" diyecekler. Tüm bu baskılara göğüs gererek Merve Kavakçı''nın AHİM kararına ilişkin yaptığı değerlendirmeyi yorumsuz olarak aktarayım hiç olmazsa, izninizle!

"Karar Mahkemenin Türkiye''yi mahkûm etmemek için ne kadar gayret gösterdiğinin izlerini taşıyor, buna rağmen ne derece kuvvetli bir dava idi ki köşeye sıkıştıklarından bu kararı vermek zorunda kalmışlar. Ben özellikle, kartel basında çarpıtılarak verilmek istenen "türbandan değil" gibi ifadelere dikkat çekmek istiyorum: Kararın özetinde bu kanıya vardıracak bir şey yok, 1. Protokol üzerinden kararı verdikten sonra, "Mahkeme, diğer maddelerin ayrı ayrı incelenmesinin gerekmediğini göz önünde bulundurdu" denmiş. Bu 9. ve 14. maddelerin reddedildiği anlamına gelmiyor, ama bu yorumu çıkartmak isteyenler var. Bence bu karar başörtüsü yasağının YÖK ve 657 Sayılı Memurlar Kanunu Kıyafet Yönetmeliği''nin kapsadığı alanın çok daha dışına cıkmış olması üzerinde bir değerlendirme yapmayı gerekli kılıyor. Bu karara göre başörtülüler milletvekili veya başka şey olabilirler diye düşünüyorum."

* * *

Bunun tam tersi olsa da benzer bir olay da bu hafta Kuveyt Parlamentosu''nda yaşandı.

Nuriye El-Subeyh, bakan olarak parlamentodaki yemin törenine başı açık olarak katılınca tepki ile karşılaştı. Ama konu bizden farklı olarak suhuletle, medeni bir şekilde çözüldü.

Kuveytli kadınlar 1999''dan beri kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi için mücadele veriyorlar. Nihayet 2005 ''de bu hakların elde ettiler ama 28 kadın adaydan hiç birisi seçilemedi. Anayasal monarşi ile yönetilen ülkede emirin isteği ile sağlık bakanı olarak bir kadın atandı, başörtülüydü sorun çıkmadı. 25 Mart'' da yeni oluşturulan kabinenin ikinci kadın bakanı Nuriye El-Subeyh Parlemento''daki yemin törenine başı açık olarak gelince kıyamet koptu. İslamcı Parti milletvekillerinin "şeriata uymazsa yemin edemez " itirazları ise işe yaramadı. Biraz monarşinin hikmetinden biraz da meclis başkanının gayreti ile kadın bakanın yemin etmesi sağlandı. Dünya ve Türk medyası tarafından çokça alkışlanan kadın bakan kadar Kuveyt Parlamentosu''nun erkeklerinin de alkışlanması gerektiğini düşünüyorum. Onların dinci milletvekillerini bizim laikçilerden daha medeni buldum. Hiç olmazsa aralarında "atın bu kadını Meclisten" diyen yoktu.

İslam dünyasının genelinde erkeklerin içinde bulunduğu ruh hali ise hep aynı. Erkekler söz konusu olduğunda her şey mubah! Her türlü durumun münasip bir izahı, her türlü dini yasağın cevazı, istisnalara binaen izni, kamuflesi mümkün. Ama konu kadınlara gelince hepsi birden Müslümanlıklarını hatırlıyorlar/keşke her zaman hatırlasalar/. Sahih hadis olarak kabul edilmese de İslam dünyasında pek yaygın olan bir rivayet "cehennemi daha çok kadınların doldurduğunu" söylüyor. Anlaşılan o ki erkekler, muhtemelen kendi hemcinsleri tarafından uydurulmuş bu rivayetin etkisinde cehennem nasılsa kadınların diyerek kendi günahlarını fazla dikkate almıyorlar.

Haftanın bir başka konusu olan cemaat tartışmalarını güç çatışmaları kapsamında gündemime almasam da; cemaatlerin kendilerinden olanları kayırmaları, ehliyet, liyakat ölçülerini aşan mensubiyet öncelikleri her yerde fark ediliyor. Bağımsız bir Müslüman olarak doğrusu bu tutumdan rahatsızlık duyuyorum. Mensubiyetlere verilen önceliklerin de dini hassasiyetler kapsamı içinde sorgulanması gerekmiyor mu?

Buna karşılık din dışı cemaatlerin de tutumu farklı değil. Herkesin bir bizden tanım var. Bizden olan ve olmayan! Anlamak kolay, sorgulamak zor…

17 yıl önce
Ne yazsam?
İyilik yapma yeteneği olarak Erdem
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü