|
Yazı yazmak nedir?

"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım…"(Haritada Bir Nokta)

"Niçin yazıyoruz. Yazmazsak ne olur" fikir hayatımızın temel sorularından birisi. Sait Faik Abasıyanık bu soruyu yukarıdaki gibi cevaplamış. Elbette her birimizin cevabı farklı olabilir. Akılcı bir zihinle boş verip "yazmayıverelim" de diyebiliriz. Elbette her dönem, siyasi koşullar, çalıştığımız kurumlar, patronlarımız, yöneticilerimiz, dostlarımız yazılarımıza süzgeç olur. Elbette etkilediğimiz kadar etkileniriz de. Bazen bu etkileyenler iyi niyetli de olmayabilir… Ancak tüm bunlar bizim yazarların engellenmesini savunmamızı gerektirmez. Sait Faik Abasıyanık"ın son sözünün üretilmiş farklı versiyonları ile yazmasak çıldırmaz, ölmez ya da bir şeyler olmayız. Ama kalemimize taktığımız her kilit insanca yaşamın önüne dikilmiş bir engeldir. Tarih bize göstermiştir ki (her şeyden önce mucizesi söz olan Kur"an-ı Kerim) bu kilit mutlaka bir gün açılır. Mucizesi ilahi kelam ve kitap olan bir dinin mensupları olarak da "söz" ü kısıtlamak herkesten önce bizim inancımız ile ters düşer.

Cumhuriyet tarihinin sansürle dolu yazar serüvenini tepkiyle okuyan bir nesil olarak bizim inşasına katkı sağladığımız dünyada bu duyguyu kimseye yaşatmamak gerekir. Burada hiç bir gerekçe (sürecin hassas olması gibi) bizi ilkeyi korumaktan uzaklaştırmamalı.

Hasan Cemal gibi Türkiye"de bu meseleyi iyi bilen isimlerin engellenmesini kıyaslarla anlamlandırmaya çalışmak yerine yazmasını destekleyecek yaklaşımlara ihtiyacımız var. 28 Şubat"ta sansürlenenleri saymak yerine bu anlayışa karşı çıkmak gerekir. Bu, barış toplumuna olan inancımızı daha da pekiştirir. Ayrıca Türkiye"de böyle alanlarda uzmanlaşmış kişilerin sayılarının bir elin parmak sayısını geçmediğini biliyoruz. Şimdiki tabloda medyaya hakim olan yazarların çoğunluğunun konuyu onlardan okuyarak öğrenenler olduğunu görünce de "peki ne değişti" diye sormadan edemiyorum.

Yazılanları sessizce okuyup izliyor, barış sürecinin devamına önem veriyor ve hassasiyet gösteriyoruz. Bu süreci Cumhuriyet tarihinde yakalanmış en büyük şans olarak da görüyoruz. İki tarafın duygularını kızgınlıklarını, öfkelerini bir tarafa bırakıp akılcı bir anlayışla bu süreci yürütebileceğine de inancımız tam. Elbette bu süreç iç-dış provokasyonlara açık, elbette birçok risk içeriyor, elbette zor ve zahmetli. Ancak bu iki tarafın da tek başlarına götürebilecekleri bir şey değil. Taraftarı, muhalifi herkesi ilgilendiriyor. Bu konuda sağlanacak başarı bize ait, kimseyi bu süreçten payelendirmeyiz gibi bir anlayış sürecin yönetimini zaafa uğratır.

PATERNALİST DEVLET İLE
BÜYÜMEYEN HALK

Yazmasam ölmeyeceğim olayları dediğim konulardan birisiydi. Ancak beni bir benzin istasyonunda çalışan kasiyer kışkırttı. Benzin yanı sıra sigara, gazete aldım. Kasiyer birden bana "size kızmıyorlar mı" dedi. "Anlamadım neye" dedim. Beni tanıdığını söyleyerek "hani sigara içenlerin eline falan vuruyormuş ya size bir şey demiyor mu." Meseleyi anladım da, kendimi "ben içmiyorum öylesine aldım, ayrıca da böyle yaptığını hiç görmedim" derken buldum. Ve aniden yaptığım bu izah nedeniyle de kendime çok kızdım. Cevabım başka olmalıydı…

Yukarıdaki diyalog paternalist devlet anlayışını ve bunu kabullenen bir toplumu, kendimizi yansıtıyor. Bu anlayış olanları doğru görüp kabullenen bir halk olduğunda doğallaşıyor. Normal hale geliyor.

"Çocuklarımızı büyütmek" dost sohbetlerinde sıkça konuştuğumuz bir şeydir. Birbirimize sıkça bunu tavsiye ederiz de pek uygulamayız. Onları birer yetişkin, birey olarak görmeyi (otuz yaşına gelseler de) bir türlü başaramayız. Hep bir cevabımız vardır ."Biz olmazsak, bizim doğru kararlarımız olmasa hayatları mahvolurdu."

Biz ebeveynlerin en büyük zevkidir çocuklarımızın hatalarını konuşmak. En sevmediğimiz şey de kendi hatalarımızı konuşmak. Oysa onların hataları bizim hatalarımızın sonucu değil mi?

Bizim toplumlarımızda devlet de aynı ruh hali ile halkını bir türlü büyüyemeyen çocuk gibi görüyor. "Ben müdahale etmesem hata yaparlardı" duygusunun hâkimiyeti altında "en iyi ben bilirim" özgüveni ile davranıyor. Her alanda itaat ve yapılanları sorgusuz kabul etmemizi bekliyor. Kısaca devletin bu davranış kalıbı evlenip barklanıp, çocuk sahibi olmuş evlatlarına küçük bir çocuk muamelesi çeken ebeveynlerden farklı değil. Kısaca Paternalist devlet anlayışı halkının "özgür birey" olmasına izin vermiyor. Toplum da bu durumu devletten daha çok benimsediği için de hukuk devleti içselleşemiyor. Sistem kendini özgür birey olarak gerçekleştirenleri değil patriark gücü memnun edenleri seviyor, ona değer veriyor. Gerçekten bir toplumsal değişim istiyorsak ideolojilerle, taraflarla değil; her tarafta hakim olan bu "paternalist devlet" anlayışı ile mücadele etmeliyiz.

11 yıl önce
Yazı yazmak nedir?
O odanın sakinleri... Müstakbel Başbakan’ın ekibi
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler