|
Dindar Müslüman"a asla!

Sanki aralarında anlaşmışlardı. Sanki saldırı nöbetine tutulmuşlardı. Bir hafta biri, diğer hafta öbürü, sonraki hafta başkası, dönüp dolaşıp hücum ediyorlardı. Taarruzun ardı arkası kesilmiyordu. İçimizdeki etkili kesimleri tahrik ediyorlardı.

Batı''nın yayın organları Türk Silâhlı Kuvvetleri''ni habire kışkırtıyordu.

"Atatürk Türkiye''sinin kalesi", "laikliğin yılmaz bekçisi", "çağdaş Türkiye''nin garantisi" gibi sıfatlarla güya övülen ordumuz, iktidara karşı harekete geçsin istiyorlardı.

Dönem, Refahyol dönemiydi. Ve dost (!) ve dahi müttefik (!) Batı, "dostça", "müttefikçe" çok nazik ve nazenin uyarılarda bulunuyordu. Siviller yerine, askerlerin yönetimini istiyordu. Hem de alenen. Hem de utanmadan.

"Alenen" ve "utanmadan" diyorum, çünkü Batı sözde askerî yönetimlere karşıdır. Faşist iktidarlara düşmandır.

Ama Türkiye olunca iş değişiyordu. Çünkü Türkiye''de toplum barışı, dinî ve millî duyguların insanları sarması olmazdı. Olmamalıydı.

Nitekim o sıralar kaleme aldığım yazılarda, "Bu Batılılar Atatürk''ü niçin bizden daha çok seviyorlar?" diye sormuştum. Bir başka yazımda da, "Batılılar hâki elbiseye niçin bu kadar âşıklar?" demiştim. "Oysa kendileri, kendi şehirlerinde askerî elbiseyle dolaşılmasına bile tahammül edemezler" hatırlatmasını da yapmıştım.

Yine o dönemde, Batılılar hiç yüzleri kızarmadan "Refah, bütün kadınların başlarını örttürmek istiyor" diye yazabiliyorlardı.

İçimizdeki bazı dinsiz ve din düşmanlarının bu konudaki yalan ve iftiralarını, yalan ve iftira olduğunu bile bile, en ciddî yayın organlarında yüksek perdeden yankılandırıyorlardı.

Bu hususta, her türlü gazetecilik ve tarafsız habercilik ahlâk ve anlayışını ayaklar altına alıyorlardı. En basit gazetecilik kuralı olan, karşı tarafa da sorma ilkesini kasten çiğniyorlardı.

Gelelim bugüne. Şimdi, Türkiye''de yer yerinden oynuyor. Şimdi göz yaşları sellere dönüşüyor. Saçma bir yasak yüzünden hayatının baharında bir genç kız Bursa''da bir bacağını kaybediyor. Bir diğer körpe yavrumuz, Edirne''de baskıyla açılan başörtüsü yüzünden bunalıma giriyor ve intihara kalkışıyor.

Tamtamların bile yüzlerini kıpkırmızı edecek hukuksuz bir uygulamayla bir dekan görevinden uzaklaştırılıyor. Sanki kendi alnının teriyle kazanmamış da, ağalar lûtfedip vermişler gibi ünvanları bile elinden alınıyor.

Binlerce genç kız üniversiteye, iman ettikleri Allah''ın emri olan başörtüleriyle girmek istedikleri için insafsızca coplatılıyor.

Başörtülü doçent hanımların, öğretmen hanımefendilerin görevlerine son veriliyor.

İlim yuvalarından kovulanların sayısı binlerle ifade ediliyor. Başını örtmenin Allah''ın emri olduğu okutalan İmam-Hatiplerdeki yüz binlerce kız öğrenci, Allah''ın emrini çiğnemeye zorlanıyor.

Bütün bu olanlardan dolayı bu ülkede milyonlar ve milyonlar acı çekiyor. Batı''dan tık çıkmıyor.

"Siz dindara zulmediyorsunuz. Siz en tabiî ve en vazgeçilmez hak olan öğrenim hakkını bile onların elinden alıyorsunuz. Bunun adına demokrasi, cumhuriyet değil, düpedüz diktatörlük ve vahşet denir. Sizinkisi laiklik falan da değil, laikliğin çöken eski SSCB''deki gibi dinsizlik şeklinde yorumudur

Sizler, insanlık kasabı Hitler''in hortlakları mısınız? Nedir bu yaptığınız?" demiyorlar.

Ama öte yandan, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Daniel Tarschys, Le Monde''daki makalesinde (12.3.99): "Bizim üyelerimiz İmralı''ya gitti ve ''şahitsiz'' olarak Öcalan''la görüştüler. Demokrasi ve insan hakları denilince, ''içişlerine müdahale'' söz konusu olmaz" diyor.

Ne müthiş demokrat, ne müthiş insan hakları savucusudur şu Batı!

Marksist-Leninist bölücüye sahip çıkar, ama dindar Müslüman''a asla!

25 yıl önce
Dindar Müslüman"a asla!
İletişim sonuç odaklı bir süreçtir…
Zekât organizasyonu ve kurumsallaşma
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı