|
'İki yol' ve yolunu şaşıran Türkiye...
11 Eylül 2001'de New York ve Washington'da gerçekleştirilen ve 'Amerikan kudreti'nin 'simgeleri'ne darbe vuran saldırılar, 'kaotik bir dünya'ya geçişin sinyalini verdiler. Dünyanın tek 'süperdevleti' Amerika, bu saldırıları kendisine karşı açılmış bir 'savaş' olarak algıladığına ve buna 'savaş'la karşılık vereceğini açıkladığına göre, yeni ve uzun bir süreçten sonra 'uluslararası sistem' bir kez daha kurulacak ve 'yeni dünya düzeni'ne ancak bu 'savaş'ın sonuçlarından sonra ulaşabileceğiz...

Dünyanın önünde belli başlı 'iki yol' uzanıyor. Ya, çapı, boyutları ve seyri hakkında şu anda belirgin bir fikre sahip olmadığımız bu 'yeni savaş'ın ardından gelecek olan 'yeni dünya düzeni' mevcut 'güçler dengesi'ni sabitleştirerek oturacak; yani bir tür 1815'teki Viyana Avrupa'sının 'küresel ölçek'teki 'uluslararası statüko'su esas alınacak. Veya, Aldous Huxley'in 'Brave New World'-üne (Cesur Yeni Dünya) uygun yeni bir 'uluslararası format' ortaya çıkacak.

1815'teki, bundan üç yüzyıl önceki dünya, 'Euro-centric' yani 'Avrupa merkezli' bir dünya idi ve 1789 Fransız Devrimi'nin yol açtığı türbülansın tehdit ettiği Avrupa monarşileri, Avusturya'nın büyük devlet adamı Metternich'in Viyana Konferansı'nda dizayn ettiği ve adına 'Concert of Europe' (Avrupa Uyumu) adı verilen 'statükocu ittifaklar' ile dönemin 'uluslararası sistemi'ni belirlemişlerdi. Bu yapı, 1848 yılına kadar sürdü. 1848 yılında Avrupa'da birbiri ardından yayılan devrimler zinciri ile son buldu.

Bugün Amerika'nın başındaki yönetim zihniyeti, 'çağımızın Metternich'i', Cumhuriyetçi dış politika anlayışının 'guru'su Henry Kissinger'ın -doktora tezi Metternich ve Lord Castleborough üzerinedir- genel çerçevesini yansıtıyor. Zaten, George W.Bush'un ekibi, başta Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Condoleeza Rice olmak üzere, Rusya ve Çin ile bir 'uluslararası denge'yi esas alan, Balkanlar ve Ortadoğu gibi 'küresel ölçek'te bakıldığında 'tali bölgeler' addedilen yeryüzü köşelerindeki Amerikan yükümlülüklerinden uzak durmayı öngören bir Amerikan dış politikasını öngörüyorlardı.

Bu patlak veren 'kriz'in 'kriz yönetimi' Bush ve ekibi tarafından bir 'yeni uluslararası statüko'nun, Amerika, Rusya ve Çin gibi 'temel aktörler'le belirlenmesini beraberinde getirmeye yönelik olabilir. Gerek Rusya ve gerekse Çin, Amerika'nın şu sıradaki kaygılarını büyük ölçüde paylaşıyorlar; çünkü, onlar da Amerika'ya kafa tutan ve aynı kaynaktan beslenen bir 'şiddet dalgası'nın hedefleri durumundalar. Rusya, Çeçenistan ve nüfuz alanında tutmak istediği ve tutabildiği Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan gibi Orta Asya ülkelerinin 'tehdit algılamaları'; Çin ise Sincan (Doğu Türkistan ya da Uygur Özerk Bölgesi) nedeniyle...

Afganistan'ın 'merkez üssü' gibi gözüktüğü İslam referanslı örgütlenmeler ve silahlı eylemler, etkilerini Çeçenistan'a kadar uzatmanın ötesinde Özbekistan ve Tacikistan ve Uygur bölgesinde 'öncelikli tehdit' konumundalar.

New York ve Washington saldırılarıyla patlak veren 'uluslararası kriz' ve 'kaos'un yol açacağı 'stratejik kaymalar' ve 'yeni uluslararası yapılanma'nın, Türkiye'yi nasıl etkileyeceği ve nasıl konumlandıracağına kafa yormak yerine, saldırıların arkasında kimin olduğuna ilişkin 'spekülatif dedektif romanları' yazmak ya da Ecevit hükümetinin yaptığı gibi 'terörün İslami'si, Musevi'si, Hristiyan'ı olmaz' gibilerden açıklamalarla gün geçirmek; vakit kaybından başka bir şeye hizmet etmez.

Bir Amerika-Rusya yakınlaşması ve işbirliği, Türkiye'ye başta Baku-Ceyhan olmak üzere Hazar ve ötesi enerji kaynakları üzerindeki 'stratejik hesapları'na ve Orta Asya üzerinde kendisi için tasarladığı 'rol'e mal olabilir. Türkiye, New York ve Washington saldırılarına verdiği tepki bakımından İran'ın dahi gerisine düşmüştür.

Türkiye'nin hükümeti ve kamuoyu ile kafasının çok karıştığı ve 'pek çaresiz' olduğu, son bir haftada ayan beyan ortaya çıkmıştır. Ekranlara fırlayan sayısız sözde 'uzman'ın önemli bir bölümünün söyledikleriyle 'e-mail grupları'ndaki tartışmaları izleyenler, Türklerin arasında hatırı sayılır bir kesimin, saldırıların arkasında bizzat Amerika'yı gördüğünü, kimisinin İsrail'in -Mossad'ın- bu saldırıları gerçekleştirdiğine inandığını, bazılarının Almanya üzerinde durduğunu, tek tük de olsa bazılarının ise Rusya'yı saldırıların sorumlusu olarak aradığını ortaya koyuyor.

Amerika'nın işaret ettiği yöne pek bakan yok. Kendi tarihinden koparılmış bir kamuoyunun zihninin darmadağın olması doğaldır. Usama bin Ladin ve 'ilişki şebekesi' Vahhabi zihniyetli. Vahhabiliği en iyi Türklerin bilmesi gerekiyor çünkü Vahhabilik ilk kez Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanarak ortaya çıkmıştı.

Daha 'hazin' bir manzarada olan hükümetin kendisi. İran'ın, Filistin Yönetimi'nin, Mısır'ın, hatta Libya'nın yapmadığını yaptı ve kendisini 'medeniyetler çatışması' kavramını tartışmaya endeksleyerek, üstü kapalı biçimde Amerikan tezlerinin karşısında konumlandırdı.

'Vakur' görüntüsü altında kendisini 'reaksiyoner' bir çizgiye oturtan hükümeti ve kafası bu kadar 'komplo teorisi' ve deli saçmasıyla dolu bir kamuoyu ile Türkiye'nin, yakın gelecekte böylesine bir 'uluslararası gerilim' ortamında bir olumlu 'uluslararası rol' oynayabilmesi maalesef mümkün değil.

Bu 'gerilim'den 'cesur, yeni dünya'ya yönelme ihtimali de mevcut. Amerika, bunu da tartışıyor. Avrupa da... İslam Dünyası'nın bir çok köşesi de... 'Cesur, yeni Türkler'e hiç bu kadar ihtiyaç olmamıştı...
#11 Eylül 2001
#ABD
#New York
#Washington
#Terör saldırısı
#Türkiye
23 yıl önce
'İki yol' ve yolunu şaşıran Türkiye...
Askerden cemaate vesayet devir teslimi
Müjdenin siyasi boyutu ya da eksen Türkiye
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı