|
Müslümanların 'moral açmaz'ı...
Akbar Ahmed, The Independent gazetesindeki yazısında "Hava korsanlarının eyleminin İslam ile hiçbir ilişkisi bulunmamasına karşılık, eylemin sonuçlarının tümüyle İslam'ın 21.Yüzyıl'da nereye, nasıl yol alacağı ile ilişkisinin bulunduğu" saptamasını yapıyor. Bunu yapmakla, aslında, içinde Türkiye'dekilerin de bulunduğu dünyanın her yerindeki Müslümanların 'açmaz'ına işaret etmiş oluyor.

Akbar Ahmed, Washington'daki American University'nin 'İslami Çalışmalar' kürsüsünün başında bir Pakistanlı. Daha önce İngiltere'nin ünlü Cambridge Üniversitesi'nde ve çok yakın geçmişte Pakistan'da yüksek düzeyde görevlerde bulunmuş ve ömrünü İslam'ı incelemeye, tanıtmaya ve yaymaya adamış bir insan…

Amerika'nın 11 Eylül 2001'den itibaren yüzyüze bulunduğu 'açmaz' kadar, hatta daha önemlisi Müslümanların 'açmaz'ı. Müslümanlarınki bir 'moral açmaz' ve bu yönüyle daha da zorlu.

Özellikle Türkiye'de 'İslam referansı' ile hareket eden ya da kamuoyu nezdinde öyle algılananların 11 Eylül'den bu yana verdikleri tepkiler, söz konusu 'moral açmaz'ı olanca çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. 11 Eylül'de New York ve Washington'daki saldırıdan bu yana dikkati çeken ikili bir tavır var:

1. Eylemden 'gizli bir sevinç' duyarak, hedef Amerika olduğu için satır ya da dudak aralarından sızan 'oh olsun' tavrı;

2. Dikkatleri Usama bin Ladin veya benzeri Müslüman kimlikli çevrelerden çekip, eylemin ardında Amerika'yı, İsrail'i, Sırpları vs. arayarak binbir dereden su getirmek.

İslam ile bu terörün asla bağdaşamayacağına ilişkin bir 'enerjik' tavır koymak yerine 'suçlu sandalyesi'ne Amerika'yı oturtmaya uğraşmanın, Türkiye ve dünyadaki Müslümanlara ne yarar sağlayacağını anlayabilmek mümkün değil.

Amerika, kuşkusuz, birçok uygulamasına ve politikasına tepkiyi ve karşı koymayı hakeden bir ülke. Ama, Bosna'da ve daha sonra da Müslümanların 'soykırımı'nı önleyen Amerika'dan başkası değildi. Bu bakımdan, Amerika'yı 'Müslüman düşmanı' olarak 'nişan tahtası'na yerleştirmek ve 11 Eylül saldırısını adeta 'meşru saymak' bazı Müslümanların İslam'a yapabilecekleri en büyük kötülüklerden biridir.

Fred Halliday, The Observer gazetesinde şu satırlara yer verirken haklıydı: "Amerikan militarizmi ve saldırganlığına çuvalla laf edilir. Ancak, hiçbir ülkenin sicili ABD kadar ılımlı değil. İkinci Dünya Savaşı'na da, Bosna'ya da rızası hilafına sürüklendi. (şimdikine de cç) Bir de Amerikan saldırganlığına çatan (Almanya, İtalya ve Japonya bir yana) Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin'e bakın."

Amerika'ya yönelik tepkisellikte Afganistan'a karşı girişilebilecek geniş çaplı bir askeri harekatın ve ardından gelecek sürecin, çok sayıda Müslüman kanı akıtması ihtimalinden duyulan rahatsızlık ve kaygının elbette farkındayız. Ne var ki, böylesine bir 'kör Amerikan şiddeti' söz konusu olmayacak. Sapkın duyguların üzerine serinkanlı akıl geçirilirse, bunun böyle olmayacağı anlaşılabilir. The Times'ın 'savunma muhabiri' Michael Evans, birinci elden kaynaklara dayanarak, '10 yıllık bir savaş stratejisi'ne dikkat çekiyor. Hiç kimse, 'spektaküler bir saldırı' beklemesin. Daha uzun vadeli ama topyekun bir uluslararası çaba söz konusu olan…

İngiliz yetkililer, "Herkes bunun uzun süreli bir mücadele olacağının bilincinde. Terörizme karşı savaş, uyuşturucu ve yoksulluğa karşı savaş gibi yürütülecek ve dünyadaki terörist yapıları yenmenin ve çökertmenin yolu, kalplere ve beyinlere hitap etmekten geçecek ve hükümetler ve kamuoyları bu 'savaş'a katılmaya davet edilecek ki, teröristler tecrit edilebilsin ve ortaya çıksınlar." Bunu söyleyenler, 1999'da Sırbistan'a (Yugoslavya) karşı yürütülen kampanyaya dikkati çekiyorlar. Orada hernekadar, düşmana karşı yoğun askeri güç kullanarak 'eski doktrin konsepti'ne göre davranılmış gibi gözükse de, NATO, Arnavutluk'taki operasyonu ile Kosova mültecilerine yardım ederek bir 'insani yardım kuruluşu' işlevi de görmüştü ve askeri harekatın sonucu Slobodan Miloşeviç'in yıkılmasına ve nihai olarak Lahey Savaş Suçları Mahkemesi'ne gönderilmesine yol açmıştı. Dolayısıyla, askeri eylemin 'düşmanı yenme'nin yanısıra 'siyasi değişim'i de beraberinde getireceği ortaya çıkmıştı.

Fakat hiçbirşey, dünyayı, 11 Eylül 2001'deki saldırı kadar, kökten ve geniş boyutlarda değiştirme şansına sahip değil. Bunu, en süratle Ortadoğu'nun 'kanlı pisti' üzerinde danseden Yasir Arafat sezdi. Bill Clinton'un Arap-İsrail ilişkileri danışmanı Robert Malley, bu olguyu Los Angeles Times'da 'Ortadoğu Prizması Değişti' başlıklı yazısında şöyle vurguluyor:

"Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yapılan saldırıların sonucu olarak (Ortadoğu'da) bir şey değişti. Artık İsrail-Filistinli satranç tahtası üzerinde oynamıyorlar. Çok daha büyük ve daha önemli bir oyunun piyonları haline geldiler. Şimdi anlamlı olan neyi arzuladıklarından ziyade ne yapamayacakları, yani Washington tarafından çizilen terörizme karşı savaş çizgilerinin yanlış tarafında durmaları… Bir zamanlar sadece Arap-İsrail prizmasından görülebilen eylemler artık sadece kim terörizme destek oluyor, kim ona karşı koyuyor biçimindeki ayırımın yapılacağı mercekten yorumlanacak. Derhal ateşkes ilan etmekle, Arafat bunu çok iyi anladığını gösterdi."

Darısı 'bizimkiler'in başına. Dünyayı arzuladıkları ya da kafalarında tasarladıkları gibi değil, 'olduğu gibi' görebildikleri ve 'moral açmaz'dan kendilerini sıyırabildikleri takdirde, Müslümanlar'ın önü açık olacak…

(Not: Önceki günkü yazımızda yer alan Castleborough ismi Castlereagh olacaktır. Düzeltir, özür dilerim. cç)
#Akbar Ahmed
#The Independent
#Müslümanlar
23 yıl önce
Müslümanların 'moral açmaz'ı...
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz