|
Türkiye'ye AB yolunda sabotaj...
Türkiye 'temel stratejik tercihi'ni belirlemek zorundadır. Eğer bu, Avrupa Birliği'ne tam üyelik ise –ki, 1960'lı yılların ilk döneminden beri esas olarak böyledir- diğer tüm siyasi konuların bu 'temel stratejik hedef'e tâbi olması gerekir. Oysa, Türkiye'yi AB yolundan saptırmak isteyen bazı 'devlet kurumları' ile 'siyaset esnafı' bir süredir, AB konusunu Türkiye'nin diğer konularına 'bağımlı' kılıyorlar.

Bu 'devlet kurumları' ile 'siyaset esnafı'nın, Türkiye'nin AB yolunu tıkamak için kullanabileceği en kestirme ve en etkili 'koz' Kıbrıs. Çünkü Kıbrıs, 'milliyetçi demagoji'ye en uygun konuların başında geliyor. Ayrıca, 'taviz', 'ver kurtul', 'şehit kanlarıyla sulanmış toprakları satmak' vs. gibi pompalanmış propaganda kavramlarıyla, koca bir ülke ve kamuoyunun zihni, Kıbrıs'a ilişkin herhangi bir 'hareketlenme'ye kilitlenmiş vaziyette.

Bu 'kilitlenme'yi kırmadan ve 'atın önünden arabayı çekmeden', Türkiye'nin AB yolunu açmak da mümkün gözükmüyor. Türkiye halkının ve Kıbrıs Türk toplumunun büyük çoğunluğu, gözünü AB ufkundan ayırmıyor. Ama, bu ülkede halkının eğilimlerini yansıtan bir 'ulusal politika' izlenmiyor; 'ulusal' olduğu iddia edilen bir 'resmi devlet politikası' söz konusu. Bu politikaya itiraz, derhal, 'ulusal'lıktan sapma demagojisiyle damgalanıyor.

Bu 'paradigma'yı değiştirmeden ve izlenen Kıbrıs politikasına itiraz etmeden, sesleri yükseltmeden, Türkiye'nin AB yolu kocaman bir hayal olmaktan ileriye gidemeyecek.

İkide bir altı çizilen 795 sayfa boyundaki, AB'ye sunulan 'Ulusal Program'da Kıbrıs, sadece ilk sayfada 'giriş' bölümünde yer alıyor. Aynen şu cümlelerle:

"Türkiye Kıbrıs'ta tarafların egemen eşitiğine ve ada gerçeklerine dayalı karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm kapsamında, yeni bir ortaklık kurulması için BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet misyonu çerçevesindeki çabalarına destek vermeye devam edecektir."

Burada, 'çözüm'ün modalitesi 'yeni bir ortaklık kurulması' amacıyla 'tarafların egemen eşitliği ve ada gerçeklerine dayanmak' ve 'karşılıklı olarak kabul edilebilirlik' olarak saptanmıştır. Yani, Türkiye'nin 'görüşme masası'nda destekleyeceği ve savunacağı budur. Ama böyle bir çözüme ulaşılabilmesinin 'yöntemi' de, aynı paragrafta, 'BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet misyonu çerçevesindeki çabaları' olarak tanımlanmıştır.

BM Genel Sekreteri, bu 'çabaları'nı tarafları 'görüşme masası'na oturtmak biçiminde belirlemiştir. Bu bakımdan, hangi gerekçe ileri sürülürse sürülsün, masaya oturmaya sırt çevirmek ve ayak sürümek, Türkiye'nin 'Ulusal Program'da kendisini altına soktuğu yükümlülüğü 'ihlal' niteliğindedir.

Bu yönüyle, Rauf Denktaş'ın, -tekrar ne gerekçe ile olursa olsun- BM Genel Sekreteri'nin New York davetinden kaçması ve buna hem Türkiye'nin Başbakanı ve hem de Dışişleri'nin verdiği destek, 'Ulusal Program'ın ihlali'dir ve üstelik Türkiye'nin AB yolunun 'sabote edilmesi'dir. Bu tavrı zaten bunun için gösteriyorlar.

Kıbrıs, Kasım 2000'de AB'nin Türkiye'ye sunduğu 'Katılım Ortaklığı Belgesi'nin de 'giriş' bölümünde, 'BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununu başarılı bir sonuca erdirmek amacına yönelik kapsamlı bir çözüm bulunması için sürdürdüğü gayretlerin çerçevesi içindeki siyasi diyaloga güçlü destek vermek' ibaresiyle yer almıştı.

Türk tarafı sürekli olarak 'diyalog'tan kaçan bir görüntü içinde olursa, Türkiye'nin Kıbrıs'ta gerçekten bir çözüm istediğine ve AB üyeliğini gerçekten arzu ettiğine kimi inandırmak mümkün olabilecek?

Türkiye'ye 'Kıbrıs bahanesi' ile AB yolunu kapatmak isteyen Avrupalılar'ın –örneğin Lüksemburglu sosyalist raportör Jacques Poos- bulunduğundan ve aslında Rumlar'ın da suret-i haktan gözüküp, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk tarafının zora düşürülmesini ve kendi çözüm anlayışını 'empoze etmek istediklerini' kimse anlatmasın. Bunları biliyoruz, görüyoruz.

Mesele zaten burada. Türkiye ve Denktaş, izledikleri politika ile tam da bu 'çevreler'in ve Rumlar'ın ekmeğine yağ sürüyorlar ve onların istediği sonucu sağlıyorlar ve hem de bunu onların tutumuna 'uluslararası meşruiyet' kazandırarak yapıyorlar.

Kıbrıs, Türkiye'nin kendi 'mutabakatı' ile 'aday üyeliğe kabul edildiği' Helsinki 1999'da karar metninde açık ifadelerle yer almıştı. Türkiye, söz konusu metni de kabul etmişti. Helsinki Kararı'nın 8. maddesinin b bendinde aynen şöyle deniyor: "Konsey, bir siyasi çözümün Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne girişini kolaylaştıracağının altını çizer. Katılma müzakerelerinin sonuna gelindiğinde, bir çözüme ulaşılmamışsa, Konsey'in katılıma ilişkin kararı, yukarıdaki hüküm bir ön şart olarak görülmeden alınacaktır. Bu noktada Konsey konuya ilişkin tüm faktörleri gözönüne alacaktır."

Kıbrıs Rum tarafı, katılma müzakerelerini tamamlamak üzere. Kopenhag kriterlerine tümüyle uymuş bulunduğu da belirtildi. Süre, ta Helsinki'den belliydi. 2004, AB'nin 'yeni üye alım' yılı olacak ve yeni üyeler 2002'ye dek belli olacaktı.

Bu 'takvim' bilindiği halde Denktaş, tam bir yıldır 'görüşme masası'na oturmadı ve bu tutumu Ankara tarafından arkalandı. Bunun adı, Türkiye'nin AB üyeliğini sabote etmekten başka bir şey değildir.

Bu yüzden, binlerce Kıbrıs Türkü gidip Rum pasaportu almak için başvuruyor. O yüzden, Türkiye, hem 'Avrupa ufkunu' hem de Kıbrıs Türk toplumunu kaybediyor diyoruz.
#Türkiye
#AB
#Sabotaj
23 yıl önce
Türkiye'ye AB yolunda sabotaj...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle