|
Fichte ve Felsefe

Berlin''de, Bertolt Brecht ile Helena Weigel''ın yattıkları mezar yerinin biraz ilerisinde dikili iki eski ve mütevazı taşın altında çok ünlü iki Alman filozofu yanyana yatarlar: Fichte ile Hegel.

Ülkemizde Hegel, biraz olsun bilinir, hiç değilse Marx''la irtibatlandırılan bir isim olması hasebiyle. Lâkin Johann Gottlieb Fichte, Hegel''in arkasındaki bu yorucu zekâ, şimdiye değin ülkemizde ciddi ilgilerin konusu olmayı başaramamıştır. Bazılarına göre bu ilgisizlik Fichte ''faşizmin atası'' sayıldığındanmış; Kant ile Hegel arasında yer alan coşkulu, gür sesli bir Alman ata hem de.

Bu ilgisizliğin başka sebepleri de var hiç kuşkusuz, ama diğer yandan bir de istisnası. Evet, geçen yıl Doğu Batı Yayınları''ndan çıkan Alman İdealizmi I/Fichte adlı eser, bu ilgisizlik okyanusunda önemli bir istisnayı teşkil ediyor.

Eyüp Ali Kılıçarslan ile Güçlü Ateşoğlu''nun birlikte yayıma hazırladıkları kitap iki ana bölümden oluşuyor: Fichte''nin eserlerinden çeviriler ve Fichte üzerine yorum ve değerlendirmeler. (Çevirilerin altındaki imzalar farklı, ve ne yazık ki İngilizce, bu bölümün inşâsında kaynak-dil olarak görünüyor.)

Fichte''yi tanımak isteyenler elbette bu derlemeyle tanışacaklardır; ancak ben şimdiden felsefe meraklıları için birkaç satır aktarmakta fayda mülâhaza ettim:

Buyurunuz:

— “Kişi felsefenin bilgisine sahip olsa da henüz filozof değildir; olsa olsa kişi bir filozof olmaya giden yol üzerindedir. Belki bir gün felsefeden zevk alabilir, ancak bu düzeye dek felsefe, ölü ve boş bir bilgi parçasından fazla bir şey olmayacaktır. (...)

“Çevremde benim için varolan her şey, onları istediğim sürece sadece görünüştür. Onlar benim için, onları kendimin kılmamın dışında hiçbir şeydir ve benim üstümde, onlara yüklediğim etki dışında bir etkiye sahip değildirler.”

Bunu defalarca, tekrar tekrar yaşamının her anında kendisine söyleyen ve —kendinde buna inanacak gücü bulan— bir kişiyi ne engelleyebilir? Onun keyfini ne kaçırabilir ya da onu amaçlarından ne döndürebilir?

Dünyevî zevkler mi?

Aldanış dünyasında yaşadığının farkındadır o; yaşamak olduğu yerden başka bir yerde yaşamak istemez. Hiç kimse doğaya karşı irrasyonel biçimde amaçsızca mücadele deliliğinde ondan daha özgür değildir. (...)

O dünyevî dertlerle harekete geçirilebilir mi? Onun için dert ne olacaktır?

Kendisini yaşamaya değer düşündüğü ve yaşamına önemli birtakım katkılar yapabildiği sürece, o her zaman dertten ziyade neşe duyacaktır. Ötekilerin hepsinden daha üstün olan en büyük neşeyi duyacaktır. (...)

Onun başına gelebilecek en kötü talihsizlik nedir peki?

Bu basitçe ''ölüm'' denen şeydir.

Peki adına ''ölüm'' denen, dünyada başımıza gelebilecek bu en korkunç ve kendisinden en çok korkulan şey nedir?

Ölüm, herhangi bir diğer görünüş gibi bir görünüştür. Ne var ki hiç görünüş Ben''i etkileyemez. Sadece Ben''i etkileyebileceği düşünüldüğünde, ölüm korkutucu bir özelliğe sahip olur. Oysa kendi bağımsızlığını hisseden biri, ölümün Ben''i etkileyebileceğini fiziksel olarak olanaksız bulacaktır. Böyle bir kimse için ölüm, belirli bir görünüşler dizisinin sona ermesinden fazla bir şey değildir. O, bu dizi sona erdikten sonra neyin geleceğini bilmez ve bu onun sıkıntılarının en önemsizidir. Onun bildiği şey, onun varolacağıdır.

''Ben'' kendisinden soyutlama yapılamayacak bir şey olduğu için, kendisinin varolmayacağını düşünmesi olanaksızdır. Kendisini varolamayan olarak düşünmeye çalışması tamamen anlamsızdır.

Felsefe sadece bu tutumu içerir ve sadece bu felsefedir. (...) Şundan emin olun ki benim ya da başka herhangi bir hocanın size öğrettiği hiçbir şey felsefe değildir. Eğer kendimiz felsefeye ulaşabilirsek talihli oluruz, ancak onu başkasına aktaramayız.” (s. 178-179)

Yani, hakikatin yolu tek kişiliktir.

Hakikate topluca yürünemez!

17 yıl önce
Fichte ve Felsefe
Osmanlı hanedanı içinde tek kadın şair: Âdile Sultan
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı