|
İbn Sina"nın "Namaz Risalesi"nin hatırlattıkları

Şefkatli kardeşim, âkil dostum! Namaz hakkında senin için bir risale yazmamı ve o risalede namazın emrolunan zâhirine ve daha ziyade matlûb olan bâtınına taallûk eden hakikatini şerh; ve namazın sayılarının eşhâs üzerine taallûk eden vücûb ve lüzûmunu ve hakayık-ı ruhiyyesininin kulûb u ervâh üzerine mutabık ve uygun gelmesini beyan etmemi benden istemen üzerine; umduğun şeyi düşünmek ve istediğini yapmak husûsunda gücümün yettiği kadar fikrimi harç etmek bana pek hoş ve sevimli gelmiş olmakla; "faide veren bir şârih" gibi değil, "faidelenen bir müctehid" gibi bu bu şerhi yazmaya başladım; ve beni doğru yolda yürütmesi için Melik-i Vehhab''dan yardım diledim; hatadan, ayak kaymasından, illet ve sebeplere dayanmasından dolayı paslanmış ve bulanmış fikirlerden Rabbime sığındım. Fikrim beni yorarsa, acz benim şânımdır; keremini üzerime dökerse, lütûf O''nun şânıdır. Tevfik''in sahibi Allah''tır. Doğru yolda yürütmek de O''nun işidir.

Şu risaleyi üç kısma ayırıp üç fasılda şerh ettim:

Birinci fasıl: Namaz''ın mahiyyeti.

İkinci fasıl: Namaz''ın zâhiri ve bâtını.

Üçüncü fasıl: Namaz''ın bu her iki kısmı birden kimlerin üzerine vâcib olduğu ve iki kısmından yalnız birisi, üzerine vâcib olup da diğer kısmı üzerine vâcib olmayanın ve Rabbiyle münacaatta bulunan namazcı''nın kimler olduğunun beyanındadır ki bununla beraber risaleyi bitirmiş olacağım."

Bu satırları, M. Hazmi Tura tarafından Namaz Risalesi adıyla Türkçe''ye çevrilen ve ikinci baskısı 1959''da yapılan, İbn Sina''nın Risalet''us-Salât adlı eserinin mukaddemesinden aktarmış bulunuyorum.

Murad Molla Kütüphanesi Başmemuru M. Hazmi Tura, bir yandan İbn Sina''nın 900. ölüm yıldönümü münasebetiyle İstanbul kütüphanelerindeki (Murad Molla, Hamidiye, Fatih, Hüsrev Paşa) eserlerin tedkikine istinaden bir bibliyografyanın hazırlanmasına yardımcı olurken, diğer yandan İbn Sina''nın bazı risalelerini Türkçe''ye çevirmek arzusu duyar ve böylelikle İbn Sina''nın fikirlerini Arapça bilmeyen ilim ve felsefe taliplerinin istifade sunmak ister. Nitekim bunlar arasından Hüzün risalesi, Risaletu''l-Fasd ve Tedbir''ul-Müsafirîn adlı çeviriler –Süheyl Ünver''in de yardımlarıyla– muhtelif yerlerde yayımlanır. Ancak yine aynı vesileyle Türkçe''ye çevirmiş olduğu Risale fî Def''i''l-Gam''il-Mevt (Ölüm Korkusundan Kurtuluş Risalesi) ile Risaletu''s-Salât (Namaz Risalesi), 1937''de neşredilen İbn Sina Kitabı''na alınmaz ve mütercim, bu iki eseri kendi imkânlarıyla 1942''de ayrı ayrı yayımlar. Kitapların yayımlanmama nedenleri ise oldukça ilginçtir: "Birincisi, İbn Sina Kitabı''ndaki yazıların bir nevi inhisar altında bulunmasından; ikincisi ise Namaz damgası taşımış olmasından ileri geliyordu."

Her iki eserin baskısı da büyük bir rağbete mazhar olduklarından kısa zamanda tükenir ve bu eserleri arayıp soranların sayısı arttığı için, mütercim, 1959''da iki eseri de icmalî bir giriş yazısıyla birlikte ve bir arada yeniden yayımlar.

Fakihlerimizin namaz''la ilgili mesâli bahis mevzûu ederken namazın hükümleri üzerinde durup mükellefîne ait vazifeleri açıkladıkları ve namazın farz, vacib, sünnet, mekruh, müstehab, vb. husûsiyetlerini tafsil ettikleri ma''lûmdur. Buna mukabil sûfiler ise, namazın hükümlerinden (ahkâm''us-salât) ziyade, namazın hikmetleri (esrâr''us-salât) ile meşgûl olmuşlar ve ahkâmı zâhir, esrârı bâtın olarak isimlendirmişlerdir. Nitekim İmam Gazalî''nin, o muhalled eseri İhyâu Ulûm''id-Din''in bölüm başlıklarında esrâr''us-salât, esrâr''us-savm, esrâr''uz-zekât, esrâr''ul-hacc terkiblerini kullanması ve hikemiyâta ehemmiyet atfetmesi bu türden bir kasd-ı mahsûsa dayanmakta olup halka ibadetlerin hükümleri (zâhiri) kadar mânâsını (bâtınını) da hatırlatmaya müteveccihtir. Mukaddemesindeki ifadelerinden ve şerhettiği mesâilden de anlaşılacağı üzere, İbn Sina da benzer bir yol izlemiş ve risalesinde namazın hem zâhirini, hem de bâtınını ele almayı ihmal etmemiştir.

Namazı, fukahanın terimlerinin yanısıra, hukemâ''ya ve mutasavvıfa''ya mahsûs felsefî terimlerle açıklamak, bizim fikir ve kültür tarihimizde kökleşmiş yazım geleneklerinden olmasına karşın, bugün bu tür bir yazım geleneğinin pek rağbet bulmadığı anlaşılmaktadır. VE zaten bu tür eserler meydana getirecek zevât da hemen hemen ortadan çekilmiştir.

Akide''yi kültürden, ahkâmı tarihten, hakikati hurafeden arındırdığınızda, İslâm''ın hayatın her alanına hükmettiğini söylemeniz pek tabii ki zorlaşır. Binaenaleyh iktidarlarını, hatta topraklarını kaybeden din mensuplarının her hâlukârda kayıplarını telafi etmelerinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz; lâkin tarihlerini (tarih şuurlarını) kaybeden din mensupları için böyle bir imkân ve ihtimalden aslâ söz edilemez! Çünkü tarihsizlik, iktidarsızlıktan daha feci bir illettir.

Öyle ya, mübalağalı addedilebilecek bu iddianın görünür bir delili olarak, İsrailoğulları''nın hâl-i hazır durumlarına şöyle bir bakmak bile yeterli değil mi?


25 yıl önce
İbn Sina"nın "Namaz Risalesi"nin hatırlattıkları
Amerikan faşizmine karşı omuz omuza…
Son ezan
Refah’ta İsrail var!
Yeryüzündeki cehennem
‘Mad Max’ çağına girmeden…