|
Bir cilvesine can verilir

Cilveleşmek... Nedir ''cilveleşmek''? Çoğu kimsenin aklına gelen/gelecek olan mânâ: ''oynaşmak''.

Peki ''cilve''?

Cilve de malum. Fakat bu malum, umumun malumu: sevgilinin oyunları, ilgi çekmek amacıyla yaptığı naz, eda, işve...

''Cilve''nin ''oyun''la, ''cilveleşme''nin ''oynaşma''yla alâkası zahiren o kadar sarihtir ki bir meraklının ''cilveli''ye karşılık olarak sözlüklerde aynı kökten bir kelimeyle karşılaşması işten bile değildir: ''oynak''.

Hareketli, yerinde duramayan, kıpır kıpır...

***

''Cilve'' kelimesinin çağrışımlarını izlemeyi şimdilik bir kenara bırakalım ve ''oyun'' kelimesinin peşinden gidelim.

- “Sana öyle bir oyun oynarım ki!”

Bu tehdit ifadesindeki mânâ gayet vâzıh değil mi?

Sanki şöyle denmiş gibi:

- “Arkandan öyle işler çeviririm ki!”

“Oyun oynamak” tabirinde hep bir ''gizlilik'' mânâsı kendini açığa vurur.

Nasıl bir gizlilik?

Kötü niyetli bir gizlilik.

“Oyun oynayanlar”, bu yüzdendir ki kötü niyetlidirler, kötü işlere niyetlidirler. Nitekim “oyunun açığa çıkması”, “oyunun bozulması”, kötü niyetli kimselerin amaçlarına ulaşamadığını gösterir.

Burada ''oyun'' kelimesinin yerine hiç tereddüt etmeden ''hesap'' kelimesi konulabilir. Entrika ve tezgâh kelimelerinin ifade ettiği, o her adımı inceden inceye hesaplanmış, planlanmış oyunları hatırlayınız lütfen! Saray entrikalarını ve hapishane tezgâhlarını...

“Oyun oynama”daki bu olumsuz vurgular, acaba ''oynaşma''da, niçin birdenbire yerini olumlu vurgulara bırakıyor?

“Oyun oynama”da işin içine akıl/zekâ karışıyor. Akıl, yani hesap, ölçüp biçme, planlama. Buna mukabil ''oynaşma'' süreci bütünüyle kendiliğinden ve daha da önemlisi hissî, yani hem duyusal, hem duygusal...

***

Şimdi tekrar cilve''nin, cilveleşme''nin o güzelim yüzünü seyredebiliriz; öncelikle ve tabii ki dış yüzünü... imkânımız olsaydı belki iç yüzünü...

Cilve, kadîm Arapça''da, zifaf gecesi gelinin kendi yüzündeki tülü kaldırması anlamına gelir. Cilve, örtüyü/perdeyi/peçeyi açmak demektir; yani gizli olanın ortaya çıkması, açığa gelmesi, görünür olmasıdır cilve.

Cilve''nin ''tecellî'' kelimesiyle aynı kökten olduğu hatırlanacak olursa, gizli ve saklı olanın açığa çıkmasına niçin tecellî denildiği daha iyi anlaşılır sanırım.

Sevgilinin kendisini gösterişine, belli edişine tecellî denir ve bazıları O''nun her yerde tecellî ettiğine inanır, bazıları inanmaz, bilir. Görür çünkü. Apaçık. Aşikâr.

***

Keşf ile cilve kavramları arasındaki anlam ilişkisine dikkat et ey talib!

Her iki kelime de örtüyü açmak, perdeyi kaldırmak anlamına gelir. Lâkin keşfeden, keşf suretiyle perdeyi açan hep bir başkasıdır. Yani başkasının yüzündeki örtünün kaldırılmasına ''keşf'', kaldırana ise ''kâşif'' denir. Oysa cilve ve tecellîde örtüyü kaldıran, bizzat örtünün sahibidir. Gösteren kendisidir. Mütecellîdir.

Ne ki O kendi yüzünden perdeyi süratle, birdenbire, beklenmedik bir anda kaldırırsa, bu işvenin adı cilvedir. Şayet yüzündeki perde daha yavaş, daha sakin açılıyor ve açığa çıkıştaki süreklilik ve zenginlik muhatab tarafından zamanla idrak ediliyorsa, işbu açılış bir tecellîdir.

***

Sevgili kimilerine tecellî suretiyle, kimilerine cilve sûretiyle kendini gösterir. Cilvenin etkisi ve pek tabii ki hazzı, tecellîden şiddetlidir. Adamı yere serer.

O herkesle cilveleşmez. Herkese cilve yapmaz. Fakat herkese tecellî eder. Herkesin gözü önünde açığa çıkar. Görene. Görebilene. Görmeyi bilene.

Tecellisî görülmeyebilir, ama cilvesi aslâ!

Cilve yaparsa, yani peçesini birdenbire indirirse, cemalini aniden gösterirse, görürsün, görmek zorunda kalırsın. Hazzının şiddeti de buradan kaynaklanır.

***

Ey tâlib, sen yine de “Edeb ya HU!” de, Varlık''ın tecelli edişini kendi makamınca, kendi hâlince bekle! Cilvelerinden sakın. O cilveleriyle can yakar, can alır çünkü. Sevdiğinin canını. Bir tek onun canını. Bir anda. Hiç beklemediği bir anda.

Baksan â, Musa''ya tecelli etti nazarını aldı; İsa''ya cilve yaptı canını aldı; bir çırpıda... acılar çektire çektire...

Ne can yakıcı bir cilve değil mi, İsa “Elohi elohi! Lema sabaktanî?” (Rabbim rabbim! Beni niçin terkettin?) diye inlerken yârinin koynundaydı ama farkında bile değildi.

Bilenler bilir, sevgilisi her dâim Şiblî''ye tecellî eder, onun önünde soyunup dökünmekten hiç fariğ olmazdı. Oysa dostu Hallac-ı Mansur, tecellîlerle yetinecek adam değildi, cilve istedi, cilveleşmek istedi. Hak kimin duasını kabul etmemiş ki Hallacınkini etmesin! Hemen kabul etti. Canını aldı... yanına... bir anda... acılar çektire çektire... sadece tenine...

Celâleddin''in hikâyesini de hatırla! Hak onu bıraktı, önce, üstadını yanına aldı. Şems''i. acılar çektire çektire... sadece tenine...

Çünkü cânı çoktan cânan ileydi.

16 yıl önce
Bir cilvesine can verilir
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle