|
Cumhuriyet dindarlığının sesi

Bugünün dindarlığını ve/veya dindarlığın modern formlarını tartışamıyoruz. Değiniyoruz sadece. Türkiye''nin düşünen kalemleri çok az. Nadir bile değil, ender.

Bazıları temas ediyorlar. Şikayet veya sitem ediyorlar, kızıyor, söyleniyor ve fakat aslâ kuvvetle, tâ dibinden ve tüm açıklığıyla kavrayamıyorlar olup biteni. Meseleler kavranamadığı (bütünüyle avuç içine alınamadığı) için elde hakikî mefhumlar da yok, hakikî kelimeler de.

Ne demek hakikî mefhumlar veya hakikî kelimeler?

Birine "Ne ikiyüzlü herif!" demekle, "münafığın teki" demek arasındaki fark, fark-ı azimdir. Niçin? Çünkü "ikiyüzlü" kelimesini açıklayabilirsiniz ama tanımlayamazsınız. Oysa "münafık" kelimesini sadece açıklamakla kalmaz, tanımlayabilirsiniz de. Bu yüzden ''münafık'' ve ''nifak'' birer ıstılah, birer terimdir. Münafık teriminin sadece zemini değil, tarihi de vardır.

"İkiyüzlü(lük)" de bir kelimedir, hatta bir sıfattır, bir tahkir ifadesidir, ama bir terim değildir. Terimleşememiştir. Çünkü Türkçe''nin kullanıcıları bu kelimeyi terimleştirmeyi becerememişlerdir.

* * *

Düşünenler umumiyetle cılız mefhumlarla düşünüyorlar. Konuşanlarsa cansız kelimelerle konuşuyorlar. İddiaları ve dâvâları yok, güçlü mefhumlara niçin ihtiyaç duysunlar? İnançları ve heyecanları da yok ki "hay senin ağzına sağlık" denilsin! Bilenler bilir, artık dilin bereketi yok. Gazetecilik diliyle konuşan ve düşünenlerin ellerinde çölleşen sözde bir ilim ve irfan dünyasında soluyoruz.

Şeyh Efendiler bile gazetecilik diliyle konuşuyor ve yazıyorlar. Gazetecilik diliyle, yani derinliksiz.... plaj suyu gibi... ılık ve tuzlu... sarı, sapsarı... yürüyerek girilir... yaygındır... vaaz gibi... Oysa bir zamanlar boğazın (İstanbul''un) serin ve derin sularına, dalmayı göze almadıkça giremezdiniz. Yürüyemezdiniz. Atlamalıydınız. Atlamanın şiddetiyle dalmalıydınız. Derinlerde seyretmeliydiniz. İlim gibi. İrfan gibi.

* * *

Düşünen/düşünebilecek zekâlar üzerindeki görünmez siyasî tasallut da cabası.

— "Zaten üstümüze geliyorlar, sırası mı bunların?"

— "Ne gereği var, durup dururken kendi ayağına ateş etmenin?" vs.

Keşke ateş edilebilseydi, belki ayağımız kangren olmazdı.

Konuşkanlar taraf değil, çoğu taraftar. Taraf olmanın bedeli var, taraftar olmanınsa hiç bir bedeli yok, izleme ücretinden gayrı.

* * *

Modern camiler ve bilhassa minareler; gözü rahatsız eden o katır kutur minareler!

Bir minare bir müslümanın gözünü rahatsız eder mi?

Şayet kişi, minareyi ideolojik bir sembolden ibaretmiş gibi telâkki ediyorsa, elbette rahatsız etmez. Böyleleri minarenin uzunluğunu ve kalınlığını bir gövde gösterisi, bir meydan okuma gibi algılar; gözleri minare ile kubbe arasında veya cami ile çevresi arasında nisbet ve hatta münasebet aramaz. Nisbet ve münasebet arayan, eğitimli/terbiyeli gözlerse şayet, elbette rahatsız olurlar.

Dört bir yanımız münasebetsiz ve nisbetsiz camilerle dolu ne yazık ki.

Niçin hep Sinan dehasının betonarme taklitleri? Niçin sadece Osmanlı dönemi mimarisi? Niçin hep kubbe? Hakiki kubbe de değil, iğreti, yapmacık kubbeler!

Nerede o güzelim küçük, etlice minareleri olan mescid mimarisi, çatı mimarisi?

Kudret ve iktidar yoksunu Cumhuriyet dindarlığı, Sultan Süleyman dönemini taklid ediyor. Minare sayısının çokluğu ve büyüklüğü siyasî ve iktisadî kudreti temsil eder; yani hanedanı.

Cumhuriyetin dindarı, ihtişamı hacim itibariyle büyüklükte ve genişlikte arıyor. Siyasi ve iktisadî ihtişamı. Oysa Osmanlının dindarları ihtişamı küçüklükte ararlardı. Siyasî ve iktisadî ihtişamı değil, ruhî ve manevî (estetik) ihtişamı da gözetirlerdi.

Mescid, Cami, Ulu Cami...

Sıralama böyle olmalıydı değil mi?

Bugün ''mescid'' dedikleri dar odalardan ibaret. Cami dedikleri küçük kubbeli, ince ve fakat olabildiğince uzun minareli, apartman kılıklı devasa beton öbekleri. Ulu Cami de, büyük işhanları. Bahçesiz, ağaçsız ve çiçeksiz...

Meselâ Kocatepe Camii. Bu yapı gerçekte Cumhuriyet dindarlığının sembolüdür; yani doğa karşıtlığının. Bahçesiz, ağaçsız, çiçeksiz bir cami. İstanbul Şişli Camii gibi. Doğasız. Spor salonu gibi. Konferans salonu gibi.

Cumhuriyet dindarlığı mescidi ve cami''yi pek tanımıyor; gözü hep kocamanlıkta. Kocatepevari camilerde. Gökdelenler gibi.

Peki mabedin içi? Şimdilik ''içini'' hiç konuşmayalım. Mabedin içini, yani kalbini, özünü, aslını, bâtınını. Hakikat ve ruhaniyetini yani.

* * *

Bu arada ezan meselesini de ihmal etmeyelim. Tartalım. Tartışalım.

Ezanın gürültüye dönüşmesinden kaynaklanan iticiliğinin müezzinin sesiyle, müzik bilgisiyle filan alâkası yok! Ezanda güzel olan, sesin güzelliğidir; insan sesinin güzelliği. Salt ahengi ve rengi değil, bir de zatı, özü, kendisi.

Ayarı kaçmış ezanların kulağı rahatsız etmesinin sebebi, gerçekte insanın sesinin yokluğu. Duyulan bir teneke sesi. Metalik bir ses. Ayarı kaçmış teknik ses. Cumhuriyet dindarlığının sesi. Bugünün sesi. Modernliğin sesi. Vasatın yani.

16 yıl önce
Cumhuriyet dindarlığının sesi
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!