|
DİP-NOT

— "Sevgili Cündioğlu

Rabbim sizi hem bu dünyada, hem de ebedi dünyada mutlu ve ferah kılsın!

Öncelikle şunu belirtmek isterim: Benim tahmin ettiğim Dücane Cündioğlu siz misiniz değil misiniz bilmiyorum. Sizin mail adresinizi de bir gece vakti işyerimde çalışırken yemek esnasında ekmeğin altına serdiğimiz eski bir gazetede, sizin köşenizde tesadüf eseri gördüm. Orada isminizi okuyunca, sizinle benim aramda ne gibi bir bağlantı olduğunu size mail olarak yazmak istedim. Rabbim inşaallah nasip eder de birgün yüzyüze tanışıp sizinle el sıkışmak da isterim.

Sizi hiçbir şekilde tanımam ve şahsınızla alâkalı hiçbir bilgiye sahip değilim ama ne zaman isminizle alâkalı bir mevzû olsa aklıma gelir ve her zaman "Allah ondan razı olsun! Rabbim iki cihanda da onu mutlu kılsın!" diye dua ederim.

Sebebine gelince...

Yıl 1999 yılı. Kahramanmaraş''ın Aksu ilçesinde askerliğimi yazıcı olarak yapmaktayım. Yazıhaneden ve bütün yapılan yazışmalardan tek sorumluyum. Aynı zamanda da mescid sorumlusu idim. Mescidin temizliği, açılış kapanış saatleri, vs. vs.

O dönemin Tugay Komutanı, şimdi ismini hatırlayamadığım yeni bir şahıs görevine başlamıştı ve bütün taburu tek tek denetlemekteydi. Ben de o dönemde yeni nişanlanmış ve nişanım nedeniyle de bir tane platin yüzük takmaktaydım.

Komutan öncelikle yazıhaneye geldi ve ben kapıda yüksek sesle "Piyade er O. Ç., Konya!" diyerek tekmilimi verdim. Bana teşekkür etti, incelemelerini yaptı ve tekrar teşekkür ederek, beni 1 hafta mükâfat izniyle ödüllendirdi.

Oradan çıkıp birkaç yer daha denetledikten sonra mescidi denetlemek üzere mescide doğru hareket etti. Ben de tabii ki oranın da sorumlusu olduğum için kapının önünde beklemeye başladım. Yaklaşınca yine aynı yüksek sesle selâm verip tekmilimi verdiğimde elindeki sopayı yüzüğümün takılı olduğu parmaklarımda hissettim. Tek duyduğum "Siz irticacısınız, siz Erbakancısınız, siz şöylesiniz, siz böylesiniz" diye lâflar ve küfürler... Sebebi ise parmağımda gümüş sandığı yüzüğüm ve Konyalı olmam. Ben de acizane parmağımdaki yüzüğü çıkartıp "Komutanım, yüzük platindir ve bu altından da pahalı bır malzemedir!" dedim ve ardarda üç tokat daha yedim. "Asker üç şey bilir: Emret, emredersin ve komutanım. Sen kimsin de bana cevap veriyorsun!" dedi.

Mescide ayakkabılarıyla girdi. Bir müddet sonra beni tekrar çağırdı. "Emredin komutanım!" dedim ve botlarımı çıkarmak istediğimde, arkamdaki çok saygı duyduğum ve değer verdiğim (inancı da Alevî olan ve benim inançlarıma son derece saygı gösteren bir insan olan) Bölük Komutanım, "Oğlum, belâya bulaşma, botlarını çıkarmadan yanına varıver, bu suç senin değil!" dedi ve haklı gördüm. Ben de botlarımla o güzelim halılara basarak içeriye girdim. İçeriye girdiğimde, komutan, eline bir tane değerli kitabımız Kur''an-ı Kerim almış ve Cami içerisinde ağıza alınmayacak birtakım küfürler yağdırıyor.

"Emredin komutanım!" deyince bana dediği, "Burada Diyanet''in mühürlü Kur''an''ı haricinde hiçbir kitap görmeyeceğim, yasak!" dedi. "Kimmiş bu Dücane Cündioğlu? Ne olduğu belli olmayan insanların yazdıklarını buraya koymayacaksınız!" dedi. Ben de sabırlı davranamadım ve "Komutanım! Bu Kur''an-ı Kerim''de Diyanet''in mühürü var" dedim. Açtım ve gösterdim.

Ve o an kendimi mescid içerisinde yerde tekmelenirken hatırlıyorum. Ve bu kelimem yüzünden, yarım saat önce çalışmamdan dolayı bana mükafat izni veren kişi yarım saat sonra bana 28 gün oda hapsi cezası vermişti.

O gün bu gündür isminizi aslâ unutamadım. Size bunu yazıp paylaşmak istedim. Nasip bugüneymiş.

Dua etmemin en büyük sebeplerinden birisi, ne mutlu size ve bana ki ahirette sizin de benim de yakasına yapışabileceğimiz bir insan var. Sizinle ilgili her konuya Allah huzurunda ben şahitlik edeceğim, hem sizin hakkınızı, hem de kendi hakkımı alacağım o kişiden.

Rabbim sizin ve sizin gibi insanların daima yardımcısı olsun!

Her zaman sizin için yeryüzünde dua eden bir kardeşiniz var.

Allah''a emanet olun!

O.Ç.

* * *

DİP-NOTLAR

1) İçimi acıtan bu mektubun sahibini telefonla aradım ve kendisiyle görüştüm. Mektubu yayımlamak konusunda iznini aldım. Metnin diline ve üslûbuna —bazı uygunsuz ifadeleri kaldırmak dışında— müdahale etmedim.

2) Bu mektupta bahsi geçen eser, 1925 yılında TBMM''nin isteğiyle Diyanet İşleri Riyaseti tarafından Elmalılı Hamdi Yazır''a tevdi edilen ve 1935-1942 yılları arasında neşredilen HAK DİNİ KUR''AN DİLİ adlı Türkçe tefsirin Meal kısmıdır. Bu eseri 1993 yılında notlandırarak yayıma hazırlamıştım. (Farklı boylarda değişik baskıları olmuştu. Hâl-i hazırda basılıyor mu, bu konuda herhangi bir bilgim yok.)

3) Çok zor şartlarda hazırladığım bu neşrin, sadece miyobumun artmasına neden olduğunu sanıyordum. Yanılmışım.

14 yıl önce
DİP-NOT
Mekânın şerefini içinde oturanlar sağlar
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü