|
En büyük günah: tutarsızlık!

Dinler tarihi, biraz da yanlış anlamalar tarihidir. İhtilâflar umumiyetle dinî metinleri yorum tarzından, yorum farkından doğarlar.

Yaşamın inanç biçimlerini doğrudan etkilediği kesindir. Lâkin inançlar da yaşamı doğrudan etkilerler. Zihin ile yaşam arasındaki ilişki diyalektiktir. Karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler, değiştirirler ve dönüştürürler.

— İnandığın gibi yaşamıyorsan, yaşadığın gibi inanırsın!

Bu beylik bir lâf. Çünkü inanç ile yaşam arasında mutlak bir tutarlılık varsayıyor. Yani, "ya inandığın gibi yaşayacaksın, ya da yaşadığın gibi inanacaksın!" diyor.

Niçin böyle olsun? Kişinin inandığı gibi yaşamaması, yaşadığı gibi inanmasını gerektirmez. İçki içen birinin "Haram ama ne yapalım ki içiyorum!" demesinden daha tabii ne vardır?

* * *

İnançla yaşam pratiği arasındaki gerilim, sanıldığının tam da aksine dindarlığın gereklerindendir.

Dindarlık sahibini huzurlu kılmaz; bilâkis inançlar ile yaşam arasındaki o onulamaz gerginlikten beslenir. Zira çatışma ve çelişkinin hem aklını, hem yüreğini keskinleştirdiğini, kalbini ise diri ve uyanık tuttuğunu dindar kişi belki tam anlamıyla kavrayamaz ama derinden derine hisseder.

Sözün özü, gerçek talib işin derman tarafını değil, dert tarafını önemser. Günahları olmasa tevbe edemeyeceğini bilir.

Kusursuz dindarlık, Tanrı''ya ihtiyaçları kalmayacak denli görevlerini yaptıklarına inanan hastaların muhayyilesinin ürünüdür sadece. Gerçek dindar her nefesinde Tanrı''ya muhtaç olduğunu bilir; her günahında...

* * *

— Tanrı âlemi altı günde yarattıktan sonra yedinci gün tatil mi yaptı? Tatil yaptıysa yorulmuş olmalı.

Peki ama Tanrı yorulur mu?

Ta''til kelimesinin anlam ve çağrışımlarının semavî dinler arasında itikadî bir meselenin ortaya çıkmasına sebep olduğu malumdur. (Bugün bile tatil yapmak "istirahat etmek" anlamına gelir; yorulduktan sonra dinlenmek anlamına.)

Hâl böyle olunca, bu dinî yorumdan hareketle ortaya çıkan yasa ve kuralların, yahudilerin yaşamında ne büyük zorluklara yol açtığını ve açacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Dindar yahudiler cumartesi günleri hiçbir şey yapamazlar; hiçbir iş... İtikad haline gelen dinî metnin yorumu böyle gerektirmektedir çünkü.

Peki Cumartesi günleri çalışma yasağına uymak uğruna çekilen onca zahmeti, yahudi olmayanlar ne kadar anlayabilir, ne kadar makul görebilirler?

Belki biraz empati kurabilirler, bilke kıyasen anlayabilirler ama aslâ makul göremezler. En çok "Batıl bir itikad!" deyû herkes kendi diniyle, kendi itikadıyla sevinip durur.

[Not: Kimi din tarihçileri Cumartesi yasağına ilişkin yorumun ayetin yorumundan çok, bir pagan geleneğine dayandığını söylerler. Babil geleneğine...]

* * *

— Hz. İsa''nın, kadınlarını boşamak suretiyle kötü yola düşürebilecek olan kocaları kınayan bir sözünün radikal bir yorumundan hareketle Katolik dünyasında sosyal hayatın en zaruri haklarından biri olan "boşanma kurumu" haram ve iptal edilmiştir.

Evlilik sözleşmesinin fesh ve ilga edilemez bir akid hâline gelmesinin Hıristiyan dünyasında ne büyük insanî ıstıraplara yol açabileceğini takdir etmek güç olmasa gerek.

Kendi dünyasında boşanmanın meşrû olduğu bir kimsenin, kutsal metnin en nihayet bir yorumundan hareketle elde edilmiş bu yasak karşısında dehşete düşmemesi mümkün müdür?

Boşanma yasağı, Katolik olmayanlar nezdinde, ne derece makul hâle getirilebilir?

Bazı meseleler vardır, anlarız ama açıklayamayız, işte bu da onlardan biri.

* * *

Niçin böyle?

Böyle, çünkü anlamak duygu aracılığıyla, açıklamak ise akıl (reason) vasıtasıyla gerçekleşir.

Açıklamak demek, bir olguyu rasyonalize etmek (makul hâle getirmek) demektir. Anladığım hâllerin makul olması gerekmez, ama iş temellendirmeye gelince, eldeki sonuçların arkasında o sonuçları zorunlu kılacak birtakım makul sebepler bulmak isterim. Bulamazsam açıklayamam, ama herşeye rağmen anladığımı iddia edebilirim.

Meselâ karnesine zayıf getirdiği için intihara teşebbüs eden bir çocuğun hâlini anlayabiliriz ama davranışını makul kılacak (rasyonel) bir açıklama üretemeyiz. Meğer ki aklî dengesinin bozuk olduğuna dair elimizde bir kanıt ola.

* * *

Hıristiyanlar Hz. İsa''nın hem Tanrı''nın oğlu olduğuna, hem de Tanrı (baba) olduğuna inanırlar. Müslümanlar ise Hz. İsa''nın Tanrı''nın sadece "kulu ve rasulü" olduğuna inanırlar.

Meselenin kökleri, "Tanrı''nın oğlu" (İbnullah) ve ''Allah Baba'' tabirinin yorumuna kadar uzanıyor. Müslümanlar, ''Tanrı''nın oğlu" teriminin "Tanrı''nın sevgili kulu", ''Baba'' teriminin ise ''Rab'' (Efendi) anlamı taşıdığını, dolayısıyla Tanrı''nın tüm müminlerin babası, müminlerin ise Tanrı''nın sevgili kulları olduklarını, bizzat Tevrat ve İncil''den onlarca ayet zikretmek suretiyle öne sürerler. Hz. İsa Tanrı''nın kulu ve elçisidir. Tanrı da bütün insanların babasıdır.

Mesele hakikat-mecaz meselesidir. Yani bir dil meselesi, bir yorum meselesi.

Müslümanlar bu tür ifadelerin mecaz olduğuna inanırlarken, Hristiyanlar bu ifadeleri hakikat kabul etmişler, en ciddi itikadî ihtilaflar da bu tür yorum farklılıklarından neşet etmiştir. Yoksa, dört kitabın mânâsı birdir.

* * *

Doğa tutarlı değildir. Yaşam da. Tutarlı olan bir tek insan zihnidir.

Dinî ve ideolojik müdahaleler doğayı da, yaşamı da tutarlı hâle getirmek isterler; kontrol edilebilir hâle... insana benzer bir hâle... Toplumsuz ve devletsiz yapamazlar bu yüzden.

Hakikat talibinin ise, etrafıyla değil, kendisiyle başı belâdadır; toplumsuz da yapabilir, devletsiz de.

En büyük günâhı da budur: tutarsız olmak!

15 yıl önce
En büyük günah: tutarsızlık!
Tam olarak neyle karşı karşıyayız?
Türkiye"nin "ölmeyen" babası
5 soruda Katalonya meselesi
Siyonizm tehlikesinin ayak seslerini duymak ve duyurmak
“Almanlar et başında”