|
İslâm tarihinde niçin hiç dehâ çıkmamıştır?

Keskin gözler uzaklara bakmayı sever. Uzaklara, yani göğe... göğün derinliklerine... Gerçek''ten çok gerçeküstü''ne ihtiyaçları olduğu için. Olağana değil, olağanüstü''ne. Sıradışına. Farklı olana. Görün(e)meyene. Kısaca ''kutsal''a. Kutsallaştırmaya. Yüceltmeye.

Ayakları çamura saplandıkça insanın bakışları yükseklere yönelir. Yükseklere ve ötelere...

"Tanrı yoksa herşey mübahtır" der Dostoyevski. Tanrı, yani ötelerin ötesi.

Bir tek Tanrı kutsal olamaz, çünkü o zâten kutsalın kaynağı. Kut''un kendisi.

O hâlde kutsal demek, tanrısal demektir.

Zaman kutsanır. Mekan kutsanır. İnsan kutsanır. İnsanlar. Hepsi değil ama, bazıları. Bazı zamanlar. Bazı mekânlar. Bazı insanlar.

Kutlamaya, kutsamaya, kutsallaştırmaya ihtiyacı vardır insanın. Yani tanrısallaştırmaya. Su gibi, hava gibi. Çünkü insanın özgürlüğe ihtiyacı vardır; özgürleşmeye.

İnsan kutsallık aracılığıyla özgürlük eşiğine adımını atar. Gerçeği arkasında bırakıp gerçekliği gönlünce inşâ eder.

Yeryüzü hapishanesinin kapısına attığı her tekme takdis ve tebrik edildiği içindir ki insanı özgürlüğe götüren her hamle mukaddes ve mübarektir.

* * *

Modern sanatın ikonolojik analizi tam da bu noktada başlamalı. Çünkü üçyüz yıldır sanat ve sanatsal olan, kutsal''ın, kutsal olanın sahasına dahil olmuş, kısa sürede de kutsalın yerini almıştır.

Müzeler ve galeriler birer mabed, sanat eserleri birer âbide, sanatçılar ise bu seküler dinin azizleri hâline gelmiş ve/veya getirilmiştir; kendilerinden mucize ve keramet beklenen azizler, velîler ve peygamberler olarak...

Modern sanatın felsefesiyle uğraşanların kaçınılmaz bir biçimde kendilerini seküler teoloji yaparken bulmaları, yani sanatı ve sanatçıyı kutsamaları/kutsallaştırmaları nedensiz değildir. Sanat eseri bir mucize, sanatçı da bu mucizenin sahibidir.

Modern insan, dinî terimler kullanmaksızın sanat, sanat eseri ve sanatçı üzerine konuşmayı başaramaz. Dileyen denesin, ve meselâ "Olağanüstü! Harikulâde! Fevkalâde! Mucize!" gibi kelimeleri telâffuz etmeksizin bir sanat eserini yorumlasın! Kutsalın alanına girmeden... ayağını yerden kesmeden... kanatlanmaya ihtiyaç duymadan...

* * *

Sorunu biraz basitleştirmeye çalışayım, ve bu sefer hepinizi ''sanatçı''nın tanımında kullanılan dehâ ve dahî kelimelerinin ikamet ettiği bir çıkmaz sokağa davet edeyim:

Kolayca tahmin edileceği üzere dâhi/dehâ Arapça kökenli kelimeler.

Kütüphanenizde bulunması gereken en iyi Türkçe sözlükte, Kubbealtı Sözlüğü''nde dehâ şöyle açıklanıyor: "İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey."

Dahî''nin anlamı da: "Olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan kimse."

Birazcık geriye gidelim ve bilgiçleri de tatmin edici bir kaynak olarak TDK Sözlüğü''ne bakalım ve dehâ için ne denmiş görelim: "Harikulâde üstün zekâ, olağanüstü yetenek."

Dâhi ise: "Olağanüstü zekî ve harikulâde işler başaracak yetenekte olan kimse."

H. Taner''den aktarılan bir de örnek cümle: "Atatürk bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan dâhiler soyundandı."

Bu cümledeki dil ve mantık yanlışlarını, dikkatli bir lise öğrencisi bile tesbit edebilir.

Şu kadarını söyleyeyim: "Öğrenmeye ihtiyacı olmamak" şeklindeki mystification, her yönüyle bir seküler kutsama örneğidir. Dinî niteliklidir çünkü. (Bu tanım, "Şeyh uçmaz mürid uçurur" deyişine güzel bir misâldir.)

* * *

Ondokuzuncu yüzyıla gidelim. Önce başına, sonra sonuna.

Mütercim Asım Efendi (öl. 1820), o muhteşem eserinde, Okyanus''unda, dehâ''yı bakınız hangi kelimelerle Türkçeleştiriyor: "gayet''ul-gaye zeyreklik, cevdet-i rey, hüsn-i fikr, dikkat-i tedbir."

Peki bu büyük dil ustasına göre dâhi kimdir: "cin fikirli adam".

Şimdi de ilk modern sözlüğümüze, Şemseddin Sami''nin (öl. 1904) Kamus-ı Türkî''sine başvuralım: Dehâ, kısaca "harikulâde zekâ ve fetanet. Fransızca: Génie" kelimeleriyle açıklanıyor, dahî hakkında da şu tanım veriliyor: "Harikulâde zihin ve zekâ ve fetanet sahibi, ferid-i asr, nadire-i zaman."

Kelimenin anlam tarihini yakından takip edebilmek açısından şu uyarı notu dikkatle okunmalıdır:

— "Fransızların Génie lugatıyla ifade ettikleri mânâyı ifham için zaruriyyu''l-istimal ve tamimi elzem bir lugattir." (Yani Génie kelimesiyle ifade edilen anlamı tam olarak karşılayabilmek için kullanılması zorunlu, yaygınlaştırılması çok gerekli bir kelimedir dehâ.)

* * *

İlim-irfan geleneğimizce dehâ-dâhi kelimelerinin hiçbir terim değeri yoktur. Olumlu bir sıfat olarak da kullanılmaz. Kelime, siyaseten uyanık, kurnaz, becerikli, zeki, cin fikirli kimseler hakkında kullanılır. Kökeninde nimet değil, musibet anlamı vardır. (Muaviye Arab''ın dört dâhisinden biri olarak zikredilir.)

Dehâ''nın ve dâhi''nin bizim geleneğimizde, ilimle, irfanla, sanatla hiçbir alâkası bulunmuyor. Seküler teolojinin ikamelerinden biridir. Yeni dinimizdir. İthaldir. Vergisi bile ödenmiştir.

Lâkin yine de bir âlime, bir ârife hiçbir zaman dâhi denilmemiştir. Denilemezdi de. O zamanlar böyle demek hakaret sayılırdı çünkü.

Not: 10 Mart 2009 Salı günü Taksim Atatürk Kitaplığı''nda, 18.30.da.

15 yıl önce
İslâm tarihinde niçin hiç dehâ çıkmamıştır?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle