|
Lâf ebeliği ile lâf öbeği arasında "tefelsüf"

Sabrınızı daha fazla zorlamak istememekle birlikte, sizlerden aşağıdaki satırları dikkatlice okumanızı rica ediyorum:

"İbn Sina, bir yandan ''bizâtihi Hakikat''in, gerçekleşmek için başka bir şeye ihtiyâç duymadığını belirtirken, öte yandan da mâhiyeti bilkuvve-olan''ın bilfiil-olan''a dönüşmesi biçiminde tarif etmektedir. Bu durumda, ya (i), Allah''ın mâhiyetinin Gerçekleşme ihtimâli yoktur; veya (ii), bu mâhiyet, ancak Allah''ın bilvâsıta (meselâ, Tabiat''la) gerçekleşebilmesi ihtimâli ile sınırlıdır. Her iki durumda da, sonuç panteizm, dolayısıyla da muattıla, yâni ateizm''dir. Aristoteles felsefesinin İslâm''a taşınmasının ortaya çıkardığı bu vahîm durumu, açıkça böyle dile getir[me?]miş bile olsa, ilk defa fark etmiş olma şerefi, muhteşem Gazalî''ye aittir. İslâm Aristoteles''ciliğinin, zorunlu olarak ateizmi içerdiğini gören ilk düşünürdür Gazalî. Bir daha söyliyeyim. Meselesi ateizmledir onun, felsefeyle değil!" (Hilmi Yavuz, "Zaman", 21 Mart 1999 Pazar)

Akıl yürütme sûretindeki bu lâf keşmekeşine bir mânâ verebildiniz mi bilemiyorum. Fakat tahmin edebildiğim kadarıyla genel okur, -şayet bu metni okumaya katlanabilirse- "çok felsefî, çok derin, çok ciddi bir mesele"yle karşı karşıya olduğu zehabına kapılacak ve böylesi derin mevzûları (!) anlayamamasının tabii olduğu zannıyla belki de kabahati kendisinde arayacaktır. Fakat ortada, genel okurun dahî böyle düşünmesini gerektirecek bir metin bulunmamaktadır; zira bu metin bizâtihi anlamsız olup bir safsatalar yumağından oluşmaktadır.

Ülkemizde felsefeyi, düşünceyi, düşünmeyi irkiltici kılan taraf da tam anlamıyla bu tür laf oyunlarının "felsefî renklerle benzenmiş" olarak satışa sunulmasıdır. Bizde aydın takımı herşeyden anlar, her konuda konuşur, her meselede aykırı ve sıradışı yorumlarla dikkat çekmeyi bir marifet zanneder. Öyle ki sanatın her dalında konuşabilir ve fakat -meselâ- iktisad teorilerinden dem vurmayı da kimseye bırakmaz. İbn Sina''dan da söz eder, II. Ramses''ten de, IV. Lui''den de... Mesele, geniş bir sahaya hakîm olmak meselesi değil; bilakis geniş bir müşteri kitlesine hitab etmenin avantajlarından yararlanmak meselesidir. Aydınlarımızın maksadı, farklı sahalarda ihtisas sahibi olmaya çalışmak değil; her konuda birkaç cümle sarfedebilecek kadar malumât-fürûşlukla yetinmek ve hepsinden önemlisi, abartılı iddialar aracılığıyla cahil kitleleri hayretlere salabilmenin zevkini tadabilmektir.

Dostlar alışverişte görsün!

İddialarını müdellel kılmak amacıyla, yukarıda aktardığım pasajı ögelerine ayırıp özetlemeyi deneyeceğim. Şimdi lütfen siz de akıl yürütme (kıyas) sûretindeki şu laf öbeğini bir kez daha okumayı deneyin:

(1) İbn Sina tarafından, "Bizâtihi Hakikat''in gerçekleşmek için başka birşeye ihtiyaç duymadığı söyleniyorsa ve ayrıca mahiyet de "bilkuvve-olan''ın bilfiil-olan''a dönüşmesi" olarak tarif ediliyorsa; (2) bundan iki sonuç çıkar: ya Allah''ın mahiyeti gerçekleşemez ya da ancak bilvasıta gerçekleşebilir; (3) o halde her iki durumda da nihaî sonuç panteizm/muattıla/ateizm''dir."

Boşuna uğraşmayınız; zira bu laf öbeğinden ma''kûl bir mânâ çıkaramazsınız; muhtemelen aklınızda kalacak tek şey, "İbn Sina ateisttir" şeklindeki sonuç önermesi olacaktır ve üstelik hiçbir sûrette bu matlûbu (neticeyi) mukaddimelerine doğru geri götürmek imkânı da bulunamayacaktır!

Bu laf öbeğinin (laf ebeliğinin dahî diyebiliriz) ma''kûl bir netice verememesinin iki nedeni vardır: Birincisi, önermelerin maddesi (muhtevası) vehmiyyât''tan ibarettir. İkincisi, önermelerin sûreti (tertibi) fâsid olup hem akl-ı selim''e, hem de tab''-ı müstakim''e münafidir. Tertibin fesâdı, her akl-ı selim sahibince izaha ihtiyaç duymayacak kadar bedihî olduğundan, şimdilik, önermelerin maddesiyle ilgili birkaç husûsa açıklık getirmeye çalışacağız:

a) "Bizâtihi Hakikat''in gerçekleşmesi" tâbiri yanlış değil, anlamsızdır. Hakikat''in, hem de Bizâtihi Hakikat''in gerçekleşmesinden söz edilemez. Burada asıl mesele, Vâcib''ul-Vücûd''un "mahzâ vücûd" olarak tanımlanması ve Mümkin''ul-Vücûd''un aksine, varolabilmek için başka bir varlığa muhtaç olmamasıdır. Nitekim İbn Sina''nın o meşhûr vücûd-mahiyet ayrımından ne kasdettiği bilinseydi, "bilkuvve olan''ın bilfiil olan''a dönüşmesi" gibisinden safsataların sarfından medet umulmazdı. Ne yazık ki vücûd''un bir lafz-ı müşekkek olduğundan gaflet edilince vehmin akla galebe çalması kolaylaşmış ve en nihayet "sâhib-i nefs-i emmare", İbn Sina''nın imanını ölçmede ehl-i tekfir''e rahmet okutmuştur.

b) "Allah''ın mahiyeti gerçekleşemez" tâbiri de yanlış değil, anlamsızdır. Yazar böyle parlak laflar etmek yerine, önce zât, vücûd-mevcûd, mahiyet, hakikat terimlerinin İbn Sina terminolojisi içerisindeki anlamlarını öğrenmeliydi. Kezâ "Allah''ın mahiyetinin bilvasıta gerçekleşmesi" şeklindeki netice-i mevhûme''nin durumu da bundan farklı değildir. Binaenaleyh yazarımız, önce gidip Hamzazâde Necmi Efendi''nin dizinin dibine çökmeli ve bu zâttan tahakkuk, taayyün, teşahhus, tecelli ve tezâhür terimlerinin mânâsını kendisine öğretmesi için istirhamda bulunmalı idi.

c) Bu bâtıl kıyastan çıktığı/çıkacağı iddia olunan matlûbda yer alan "panteizm/muattıla/ateizm" terimlerini, sayın Hilmi Yavuz, ancak yazacağı bir şiirde kafiye tutturmak maksadıyla kullanabilirdi; zira kıyasın unsurlarının mevzûn değil, ma''kûl olması esastır ve ancak kazâyâ-yı şiiriyye''de nefsin hoşlanabileceği veya tiksinebileceği mukeddemâta yer verilebilir. [Bu ifadenin Türkçesi (!) ise aynen şöyledir: this is argument composed of premises, acceptable and imagined, by which the soul is pleased or grieved]

"İşrâk" nerede, "Aydınlanma" nerede?!

Velhâsıl, İbn Sina''nın "varlık ve bilgi" tasavvurunda cerhedilebilecek taraflar olduğu gibi, şerhedilebilecek taraflar da vardır. Ancak bu ve benzeri meselelerin cerh''e ya da şerh''e mevzû teşkil ediyor olması, Hilmi Yavuz gibi şâir-yazarların kendi seviyelerini nazar-ı itibara almaksızın oradan-buradan (!) topladıkları derme çatma bilgilerle eş-Şeyh''ur-Reis İbn Sina ve Hüccet''ul-İslâm İmam Gazâlî hakkında gelişigüzel hükümler vermelerinin gerekçesi olamaz.

İmam Gazâlî''nin İbn Sina''ya yönelttiği eleştiriler, aynı medeniyet ve aynı gelenek içerisinde yer alan eleştirilerdir. Nitekim Gazâlî''nin Tehâfüt''ül-Felâsife adlı eseri, genelde Meşşâîliği, özelde İbn Sinâ''yı hedef alan bir eser olmakla birlikte, Gazâlî''nin kendisi İbn Sinâ''nın sadece münekkidi değil, aynı zamanda şârihi de olmuş, İbn Sina''nın bazı yönlerini eleştirdiği kadar, onun birçok yönüne de sahiplenmekten, hatta onlara İslâm dünyası içerisinde meşrûiyyet kazandırmaktan geri kalmamıştır. Unutulmamalıdır ki Gazâlî Tehâfüt''ül-Felâsife''yi yazmadan önce Mekasıd''ul-Felâsife''yi yazmış ve eleştireceği fikirleri bi-hakkın kavradığını karşıtlarına göstermeyi bir vazife bilmiştir. O büyük âlim, kabul ettiklerini bilerek kabul etmiş, reddettiklerini bilerek reddetmiş ve aslâ muhatablarına iftira atmak gibi sahteliklere iltifat etmemiştir.

Sahicilik dedikleri işte bu olsa gerek!

25 yıl önce
Lâf ebeliği ile lâf öbeği arasında "tefelsüf"
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!