|
Mağdur olan mağrur olur

İnsan, kendisine bağışta bulunanları aslâ bağışlamaz. Minnet duyduklarını. Borçlu olduklarını. Dilenmek zorunda olduklarını. Neden?

Neden olsun, elbette minnet yükünün ağırlığından, ya da lütuf ve ihsan sağanağı altında kolayca eridiğine/eriyeceğine inanan ruhların hamlığından.

Böyleleri minnet duygusunun eziciliğine uzun süre katlanamazlar. Nefislerine ağır gelir. Ham ervah, minnettârlık duygusunu başa belâ bir düşüklük gibi algılar. Kahredici bir düşkünlük olarak. Sanki kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlayan tüm meziyetler silinirmiş gibi...

Tuhaf gelecek belki ama öyle, lütuf ve ihsan ne kadar büyükse/büyürse, nankörlük belirtilerinin şiddeti de o denli büyük olur. Çoğu zaman.

* * *

Dikkatle bakılırsa görülür, dilenciler yüzlerinden mağruriyet ifadesini silmeyi pek beceremezler.

O gurur ifadesi, elbette mahcubiyetlerinin değil, bilâkis üstesinden gelemedikleri bir mağduriyet hissinin eseridir.

Mağdur olduklarına inandıkları için mağrurdur dilenciler.

Zavallı nefis ne yapsın, zâten boğazına kadar batmış olduğu o hiçlik çukurunun içinden çıkmak zorundadır. Çıkabilmek için, kendini saçlarından tutup yukarıya çekmek zorundadır.

Mağdurdur mâdem, mağrur da olmak zorundadır.

Zift deryasının içine gömülmüşken kendisini oradan çekip çıkarmaya çalışan hemen her elin parmaklarını kırmak zorundadır.

Çıktıkça değil, battıkça.

Yenildikçe kızar ve küser ve kahreder; üstelik yenildiği için şükretmesi gerekirken.

* * *

El uzatanın elini niçin ısırır ki insan?

Şükretmekten, teşekkür etmekten, minnet duymaktan niçin kaçınır?

Kanaatkâr davranmayı neden beceremez, elindekileri daima küçümseyip hep daha fazlasını ister?

Doğrudan maddî yardımları bir yana, bizzat talep ettiği manevî destek çabaları karşısında dahî insanoğlu direnç göstermekten kendini alıkoyamaz.

Kimse deşifre edilmek istemez!

Hakikat, zannedildiği gibi pek öyle ısrarla aranılan, istenilen bir ''şey'' olarak görülmez. Görünmez.

Kendi hakikatinin peşine düşen insan sayısı ne de azdır!

* * *

En alt düzeyde bile olsa, insan nefsinin psikolojik yardımı kabullenmekte gösterdiği dirence işaret etmesi bakımından, Melanie Klein''ın ünlü Haset ve Şükran adlı eserinde yer alan şu tesbitler bütünüyle dikkate değer görünüyor:

— "Deneyimlerimde şunu da gördüm: Bu en temel itkilerin, fantezilerin ve duyguların analizinin başarısız kalmasının bir nedeni, bazı insanlarda, analiz sırasında açığa çıkan depresif kaygı ve acıdan kaçınma çabasının hakikati bulma isteğine (ve son kertede de yardım alma isteğine) ağır basmasıdır.

Hastanın bu en derin ruhsal katmanlara ilişkin olarak analistin sunduğu yorumları kabul edip özümleyebilmesi için, analistle yaptığı işbirliğinin kendisiyle ilgili hakikati bulma kararlılığına dayanıyor olmasıdır." (s. 83)

* * *

Klein''ın metninde özellikle iki tamlamanın altını çizmekten kendimi alamadım:

1. Hakikati bulma isteği

2. Hakikati bulma kararlılığı

Hakikati, kendi hakikatini bulma isteği, bu hakikatten mahrumiyetin ağır bedeli farkedilmedikçe ortaya çıkmaz.

Bu yüzden, talib, her defasında yola hep ''sen''den düşer, ''sen''le düşer; aslâ ''ben''den değil, ''ben''le değil. Daima ''sen''le.

Kendinden mahrumiyetini genellikle çok geç farkeder. Kaçınılmaz olarak. Gözleri hep kendi-dışına-doğru''dur.

İnsan "kendi-dışına-doğru" olarak dünyaya gözlerini açar. Çokluk öyle de kapar.

Kendine bakmayı, kendini bulmayı bir türlü beceremez; insanların çoğu "kendi-içine-doğru" bir varlık hâline gelemez. Getirilemez. Bu yüzden de hakikati bulma isteği taşımazlar. Gölgelerle yetinirler.

Bazen bu isteği ortaya çıkaran durumlar yaşanır, ama bu istek de çoğu kez bir kararlılık suretine bürünemez. Bir heves olarak kalır.

Kişi "kendi-içine-doğru" durmaya tahammül edemez, ve süratle dışına yönelir.

Dışına, yani ''sen''e.

Kısacası, kendini tanıma çabası acı vericidir; aynı yoldan geçmiş bir ustanın gözetiminde bile olsa.

* * *

Ey talib, "kendi-içine-doğruluk" hâlini başlı başına bir marifet sanmayasın. Dikkat edersen bu hâlde dahî ikiliğin gizli yüzü sinsi sinsi gülümser sahibine.

Lâkin sen önce "kendi-dışına-doğruluk" hâlinden uzaklaşıp kendi içine dön; ki sonra sana "kendi-içine-doğruluk"tan ne zaman ve nasıl kaçınacağın söylenebilsin.

Yani yönelmişliği ne zaman ve nasıl terkedeceğin, zamanı gelince ruhuna üflenebilsin.

Bir esinti gibi. Bir soluk gibi.

Hepsi de başını okşayan o ele karşı şükredesin diye.

"Tanrım! Tanrım! Beni niçin terkettin?" demeyesin diye.

Not: 25 Kasım 2008 Salı günü, saat: 18.30''da, Taksim Atatürk Kitaplığı''nda. İsteği kararlılığa evirmek için. Dünyaya inat, ne yapıp edip "kendi-içine-doğru" uğruna.

15 yıl önce
Mağdur olan mağrur olur
İkiyüzlülük
Reis’i tanıdığım o günlerden bugünlere…
Kara dinlilerle milletin savaşı
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”