|
Muhsin Çelebi"deki "çalab"ın tınısı

"Bir insanla diğeri arasında farklı türden iki hayvan arasında olandan daha çok fark vardır" der Montaigne.

Ne kadar da doğru! İnsanlar arasındaki seciye farkları, çoğu zaman türler-arası farklılıklardan daha keskin, daha derin görünür.

Hürriyet gazetesinden Yılmaz Özdil''in 1 Şubat 2009 tarihli yazısını okuduğumda insanlarda seciye farklılığının ne derekelerde seyredebileceğine bir kez daha tanık oldum.

Evet, farkın seyri derecelerde değil, derekelerdeydi ne yazık ki.

Yazının başlığı şöyle:

— "Pembe incili kaftan filan..."

Pembe İncili Kaftan, sadece ''başlıktaki gibi ''filan''la hafife alınsa yine iyi. Sadece Davos''ta olup bitenleri eleştirmek adına, Hürriyet yazarı, Pembe İncili Kaftan''ı "osuruktan bir kahramanlık hikâyesi" olarak tanımlıyor.

— "Bu tür osuruktan kahramanlık hikâyelerini ''diplomasi'' zannederek büyüyen toplumlarda, olur böyle vakalar..."

* * *

Bu ağır yargıyı/yergiyi sağlıklı bir biçimde yorumlayabilmek için, Hürriyet yazarının, hikâyeyi özetleyişine de bir bakmak gerekiyor.

— "Yedi bela bi şah varmış.

Azıcık öfkelensin...

Kelle alırmış.

Sultan, bu şaha elçi göndermek istemiş... İstemiş de, kimi gönderecekler? Maça ister... Aranmış, taranmış, şöyle gözünü budaktan sakınmayan, kodu mu oturtan, delikanlının hasosunu bulmuşlar... "Gider misin?" demişler. "Giderim" demiş. "Hadi uğurlar ola" demişler... Yola çıkmış... Ama, yola çıkmadan önce gitmiş, "pembe incili kaftan" almış... Dere tepe, varmış şahın sarayına, çıkmış huzura... Bi de bakmış ki, oturacak ne divan var, ne koltuk... Tabure bile yok... "Vay bre densizler, belli ki, beni ayakta durmaya mecbur etmek istemişler" diye geçirmiş içinden... Şak diye çıkarmış sırtından pembe incili kaftanı, yere sermiş, üstüne oturmuş... Şah morarmış tabii... Babayiğit delikanlı vermiş sultanının mektubunu, sonra da kalkmış, müsaade bile istemeden, kapıya yürümüş... Salon buz kesmiş... Şahın vezirleri yerden almışlar pembe incili kaftanı ve "Bunu unuttun" diye arkasından yetiştirmişler... Bizim aslan yürekli, şöyle bir gülmüş yandan yandan, başı dik, "Biz yere serdiğimizi bi daha sırtımıza komayız" demiş, çıkmış gitmiş... Şah gene morarmış.

Bu tür osuruktan kahramanlık hikâyelerini ''diplomasi'' zannederek büyüyen toplumlarda, olur böyle vakalar..."

Güya zekîce bir çıkarım değil mi?

Her şeyle alay edebilen bir zekâcık.

Hiçbir kutsal tanımayan cücelik.

Bu milletin haysiyet algısını besleyen, en kötü günlerinde bile dışa vurabileceği fedakârlık duygularına ve bu duyguları besleyen ruh zenginliğine tercüman olan o güzelim hikâyeyi, "osuruktan" şeklinde niteleyebilmesi için kişinin herhalde sadece beyninin değil, ruhunun da vaftiz edilmiş olması gerekiyor.

Çok incitici.

Bir hikâyeye, bir sanat eserine değil, o hikâyede temsil olunan umuda saygısızlık Hürriyet yazarının hakaretleri.

Sessiz kalınmaması gerekir bu cücelik karşısında. Bu saygısızlık görmezlikten gelinmemeli. Bir şeyler söylenmeli. "Muhsin Çelebi"mize gözümüzün önünde utanmadan tükürülmesi karşısında susulmamalı.

Hiç kimse, evet, onurlu ve özgür bir yaşam umudu olan hiç kimse Muhsin Çelebi''yi yalnız bırakmamalı.

Bu ülkede hiç kimse, Muhsin Çelebi''nin temsil ettiği aslî değerleri ''osuruktan'' diyerek küçültememeli.

Sövmenin bile bir sınırı olmalı!

Cüret edenleri mahcub etmeli. En azından yüzlerine bakıp, açıkça ''Ayıp!'' demeli, "Çok ayıp!", "Yazıktır, yapmayın, atanızı incitmeyin!" diye seslenmeli. Öyle ki amiral gemisinin topları bu ülkenin sahillerini dövmekten artık vazgeçmeli! Bu ülkenin insanlarını ve bu ülkenin değerlerini böylesine alenen tahkir edememeli!

Millet, sembollerine sahip çıkmalı!

* * *

Pembe İncili Kaftan, zannedilenin tam da aksine bir devlet eleştirisidir. Umudu devlette değil, millette gören bir anlayışın mahsulüdür. Zor günlerde hiç çekinmeden milletin ruh köklerine dayanılabileceği umudunu aşılamak isteyen bir bakışaçısının eseridir.

Muhsin Çelebi, devletin bekasını birtakım siyasî strateji ve taktiklerin devamında arayanların değil, bilakis süreklilik ve kalıcılık imkânlarını milletin özdeğerlerinde bulanların temsilcisidir.

Davos olgusunun milletin özdeğerlerine güvenme yeteneğini kaybetmiş çevrelerde bir sendroma dönüşmesinin temel nedeni de budur! Hürriyetin kalemşörleri bu yüzden Muhsin Çelebi''den nefret ediyorlar, bu yüzden onu sırıta sırıta aşağılıyorlar.

Çelebilik nedir hiç bilmiyorlar çünkü.

* * *

Yeni Şafak''ta 2-3 Şubat tarihlerinde Pembe İncili Kaftan dolayımında iki yazı yayımlandı. Her iki yazı da Hürriyet yazarını doğrudan muhatab almamış görünüyordu. Bu cüceliği tenkide tenezzül eden başka bir kalem de çıkmadı, gazetelerden takip edebildiğim kadarıyla.

Oysa çıkmalıydı. Muhsin Çelebi yalnız bırakılmamalıydı.

Efsanelerin bile bir haysiyeti vardır, o haysiyet korunabilmeliydi.

Aristoteles''in dediği gibi "Philo-Mitos" olmadan "Philo-Sofos" olmaz! Yani hikayeler/efsaneler olmaksızın hakikat sevgisine ulaşılamaz!

* * *

Ey talib, bu yazı işbu nedenle politik bir yazı değildir. Muhsin Çelebi de hakikatte politik bir figür değildir.

Şayet aklın karışırsa, dikkatini ''çelebi'' kelimesinin köküne çevir ve ''çelebi''deki ''çalab''ın tınısını huşû ile dinle!

Muhsin Çelebi''deki ''çalab''ın tınısını.

Hürmetle.

15 yıl önce
Muhsin Çelebi"deki "çalab"ın tınısı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle