|
Olan hep kaçınılmaz olandır!

"Bir hedef var,

ama yol yok!

Yol dediğimiz,

bir duraksamadan ibaret!" (Es gibt ein Ziel, aber keinen Weg. Was wir Weg nennen, ist Zögern.)

O mahzun, o acılı gözleriyle sanki kendini ölüme mahkûm eden yargıcın önündeymiş gibi bakan, bakınan bir Kafka fotoğrafının altında yer alıyordu bu satırlar.

Viyana''da bir kafenin duvarında.

Café Kafka''nın girişinde.

* * *

Dücane''ce bir şey yapmak zorundaydım yine.

Dünyayı süratle kendi dilime çevirmek zorundaydım. Olup biteni anlayabilmek için.

Denedim:

Ziel ve Weg. Yani maksud ve tarik.

Bak, çevrilince nasıl da birdenbire sisi pusu açılıveriyor dünyanın!

Maksud: kasd edilen... yönelinen... hedeflenen...

Nerede?

Zihnimde. Hayallerimde. Düşlerimde.

Bir tarafta benim maksudum, benim muradım, benim hayalim.

Öte taraftaysa Weg. Yani yol, yani tarik.

Dış dünya. Gerçek. Üzerine ayağımı bastığım zemin. Maksud ve muradımla aramdaki bağlantı aracı.

Kafka "Belki maksud var ammâ tarik yok!" diyor. Tarik diye adlandırılanınsa koca bir yanılsama olduğuna işaret ediyor.

Ancak duraksadığımızda farkedebileceğimiz bir mahiyete mi sahiptir bu yol?

Öyle görünüyor. Çünkü hakikatte üzerinde yürüyebileceğimiz bir zemin yok! Bizi maksuda eriştirecek bir yol...

Varolan, bir tek duraksamalar, tereddütler dolayımında kendini belli eden bir zemin...

Ne acı değil mi, ancak üzerinde yürüyemeyeceğimizi farkettiğimizde beliriveren bir yol.

Duraksamalardan oluşan bir heyulâ!

* * *

"Yürüyebilmek için pütürlü zemine geri dönmeliyiz" demişti Wittgenstein.

Bütün derdi ayağını üzerine basabileceği muhkem bir zemin bulmaktı onun da.

Muhayyilenin aracılığıyla kaymak, sıçramak, uçmak deha için ne ki? İş bile değil.

Eşyayı kusursuzlaştırma dehaya özgü umurdan. Abartma. Mükemmelleştirme. Zihninde normale, doğala, sıradanlığa aslâ tahammül edemez böyleleri. Her defasında eşyayı kusurlarından arındırmak, onu kusursuzluğu içinde müşahede etmek ister.

Kemâli hep kemâli arzular. Yani kendindeki kemâl (zevâl-ı hakikî), ister istemez başkalarında da kemâl arar. Bulur da. Yoksa yaratır. İşte der, bakın, kemâl her yerde!

Oysa gerçeğin kendisi kemâlden öylesine uzak, kemâle öylesine yabancıdır ki!

Gerçek kemâlin değil, zevâlin yurdudur. Kusurun, eksikliğin, acı ve hüznün. Kıyımın. Ölümün.

Gerçeğin üzeri pütürlüdür. Yürümeyi kolaylaştırmaz zorlaştırır. Uçmak istiyorsan bir tekme atmalı ve gerçekten uzaklaşmalısın. Gökyüzünün kusursuzluğunda süzülmelisin. Büyükçe bir kürenin o ipek gibi yumuşak cidarına dokuna dokuna yükselmelisin.

* * *

Bilenler bilir, Viyana''da Wittgenstein''ın kızkardeşi için tasarladığı evin tasarımı mükemmeldir. Geometrik kesinliği ve sadeliği, tek kelimeyle etkileyicidir. Hem de kapı ve pencere kollarına varıncaya değin.

Ne var ki oturulacak, içinde yaşanılacak gibi değildir. İçinde gezilebilir ama yaşanılamaz. Tıpkı bir müze binası gibi.

Emin olmak için birkaç gün önce Viyana''da bu evi ziyaret ettim. Fotoğraflarında görüldüğünden daha alımlıydı. Ne kadarına müdahale edilmiş bilemiyorum ama çizgileri hâlâ kusursuz görünüyordu.

Trajedi de burada değil midir zaten!

Büyük zekâların en büyük kusuru, kusursuzluğa meftun olmalarıdır.

Yaşam için kusursuzluğu talep etmenin bir kusur olduğunu idrak edemez dehâ! Bu yüzden tekmelenir bir ömür boyu yaşamın kendisine uyum sağlamış sakinlerince.

Acımasızdır bu b.ktan dünya. Kıyıcıdır. Kendisine tâbi olmayan sakinlerini affetmez. Tutunamayanları. Uçamasınlar diye kanatlarını kırar. Muhayyilelerini. Kendilerine ve dünyaya bir daha masal söyleyemez hâle getirir onları.

Kazananlar ise hep yürüyenler olur.

Olan hep kaçınılmaz olandır ey talib! Sen sessizce rıza lokmasını yutmaya çalış!

* * *

— "[Kafka dış dünyaya bir türlü] akıl erdiremiyor, çünkü yaşayan bir şey var karşısında. Ama Frank''ın (Kafka''nın) kendisi yaşayabilecek biri değil. Frank yaşam gücünden yoksun. Frank asla kavuşamayacak sağlığına. Frank çok geçmeden ölüp gidecek."

Milena, Max Brod''a bu satırları 1920 Ağustosunun başlarında yazar.

Ne gariptir ki dört yıl sonra da ölür Kafka. 3 Haziran 1924''te.

Yol tüm yalınlığıyla belirivermiştir.

Not: 26 Ocak Salı günü saat: 18.00''de Taksim-Tünel''deyiz yine. Bu sefer hangi masalı anlatacağımı bilemiyorum. Gerçek, tüm gücüyle boğazıma çökmüş de abartmama izin vermiyor sanki. Ne olursa olsun yürümeyi reddetmek zorundayız. Her zamanki gibi, çaresiz, yine uçmayı deneyeceğiz ve düşeceğiz.

14 yıl önce
Olan hep kaçınılmaz olandır!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle