|
Ruhlarımızda da yeşeren modernlik

İnsan cinselliğinin iki tarafı var: doğal ve toplumsal. Doğal cinsellik, insan türünün kendi içinde dişil ve eril olarak ayrılmasına yol açıyor. Bu ayrımı yapan bizatihi ''doğa'' olduğu için, dişilik ve erillik nitelikleri de doğal''dır. Başka bir deyişle, ayrım aklî değil, tabiîdir.

Dolayısıyla erkeğin veya kadının doğasından her söz edişimizde, aslında iki ayrı doğa''dan değil, bilâkis bir tek doğa''dan söz ediyoruz; insanın doğasından, ve fakat bu doğa''nın iki farklı yönünden...

Özünde ikiye ayrılan bizzat doğa olduğundan, doğa''nın dişilik''le erillik arasında paylaştırdığı niteliklerde ''eşitlik'' arayamayız. Yani doğal cinselliği tartışırken ''eşitlik'' kavramına başvurmak saçmadır.

Doğada ''eşitlik'' olmaz çünkü!

* * *

Dişillik-erillik meselesinde ''eşitlik'' kavramına başvurmak ne denli gereksizse, kadınlık-erkeklik meselesinde eşitlik''ten ve/veya adalet''ten söz etmek de o kadar zorunludur. Çünkü dişilik-erillik ayrımı doğal, kadınlık-erkeklik ayrımı ise toplumsal''dır.

Buyurunuz, size maksadımı açık kılacak bir örnek-cümle:

— Kişi er veya dişi olarak doğar, sonradan erkek veya kadın olur.

Bu durumda pekâlâ erilliği/dişiliği verilen, erkekliği/kadınlığı ise kazanılan bir nitelik olarak tanımlayabiliriz.

* * *

Hiçbir ahlâkî yargı, doğanın insana verdikleri üzerine yüklenemez. Çünkü ahlâkî yargıların tamamı, toplum içinde kazanılan niteliklere ilişkindir.

Ahlâk da, âdab da insanın eylemleri dışında kendilerine yer bulamazlar. Bitkilerin, hayvanların veya meleklerin ahlâkından söz edemeyiz. Ahlâksız aslan veya ahlâklı melek olmaz!

Terminolojik tutarlılığı sınamak bakımından bu değillemeyi tartıştığım kavram çiftlerine de uygulayabilirim:

— Ahlâksız er veya dişi olmaz, ama ahlâksız erkek veya kadın olur!

Ara-not: Bir gazete yazısı çerçevesinde doğal-toplumsal ayrımını daha ne kadar basitleştirerek analiz edebilirim, bilemiyorum. Ama hiç değilse şu kadarı anlaşılmış olmalı ki doğal ve toplumsal olanın sınırları özenle tefrik edilmedikçe, bütün zorluğuna rağmen doğal ve toplumsal olan hakkında açık-seçik bir kavrayış edinmedikçe, dinî düşünce ve tecrübenin, modern dünyanın sorunlarını hangi derinlikte çözümleme gücüne veya güçsüzlüğüne sahip olduğunu da anlayamayız.

* * *

İmdi, tartışmak istediğim mesele şu:

Dinî düşünce ve tecrübe, özü gereği, cinselliğin doğal nitelikleriye karşıtlık içinde olabilir mi? Başka bir deyişle, Tanrı, kendi yarattığı doğa''nın yasalarına aykırı normlar vaz''edebilir mi?

Bu soruya her hâlde olumsuz cevap vermek zorundayız. Çünkü dinî düşünce geleneği Kitab''ın kuralları ile Doğa''nın kuralları arasında mutabakat varsayar. Bu mutabakatı ihlâl eden her olgu, bir yorum zaafının ürünü olarak kabul edilir. Bu durumda, yorumcu, ya Kitab''ı ya Doğa''yı yanlış okumaktadır.

İsteyen görebilir, düşünce tarihi, böylesi yanlış okumalarla doludur.

* * *

Kitab ile Doğa arasında bir çatışma varsa, iki husustan emin olunmalıdır. Birincisi Kitab''ın doğru okunduğundan, ikincisi, Doğa''nın doğru okunduğundan.

Kitabın bilgisine sahip olanlar Doğa''nın bilgisine sahip değillerse veya Doğa''nın bilgisine sahip olanlar Kitab''ın bilgisinden mahrumlarsa, arzulanan kesinliğe ulaşılamaz.

Kısa bir süre önce bir tv kanalında sürdürülen evrim tartışmaları, bu açıdan ibretlikti. Düşük düzeyli din bilgisiyle düşük düzeyli doğa bilgisine dayanılarak yapılan bir evrim tartışmasından ne çıkar?

Kesinlik değil elbette. Çıkacak olan baştan belliydi: Biraz rayting!

* * *

Cinsellikle ilgili modern sorunların özünde, doğa''nın istekleriyle toplum''un istekleri arasındaki çatışma yatıyor.

Modernlik bu çatışmayı toplumun/toplumsal aklın lehine çözmekte direniyor; iştah ve şehvetin lehinde... kısaca kapitalizmin istekleri doğrultusunda...

Bu yönüyle kadim dinlerin her sahih yorumu modernlikle bir çatışma içine girmek zorundadır. Çünkü hikmet, yani hakikatin bilgisi, doğa''ya hem hürmet, hem hizmet eder.

Dinî çevreler, artık modernlikle savaşmak, mücadele etmek, hiç değilse hesaplaşmak yerine uzlaşmak yolunu tercih etmiş görünüyorlar. Meselâ teknoloji artık şeytan icadı değil! Üstelik dindarlar diğerlerine nisbetle daha çok teknoloji düşkünü! Bu yüzden dünyayı kavrama biçimlerini, kullandıkları o teknolojinin belirlediğini, değil bilmek, tartışmak dahî istemiyorlar.

Seçtikleri eğitim tarzının, inandıkları dinin doğaya uygun tüm kabullerini birer birer geçersiz hâle getirdiğinin farkında dahi değiller. Çocuklarımızı ancak 30 yaşından sonra baba veya anne olmaya zorlayan modern hayatın, yakın zamanda bu sınırları 40''lara doğru yaklaştıracağını görmüyorlar.

Kreşlerde büyüyen çocuklara dinî eğitim verilse n''olur, verilmese n''olur? Çocuklarını kreşlerde, anne kokusundan uzakta, rahmet ve şefkat duygularını ücretli görevlilerden almak zorunda bırakan veya sırf oyalansınlar da baş ağrıtmasınlar diye evlatlarını bilgisayar başına iteleyen dindar ebeveynler, bırakınız Hızırın irfanını, Musa''nın Şeriatından bile öğüt almıyorlar.

Sözün özü, mevcut dindarlık, iktidar ve ideoloji aracılığıyla modern toplumsallıkla uzlaştığından, artık bu toplumsallığın gönüllü payandasıdır. Onunla çatışmaya girmesi kolay kolay beklenemez.

Bu nedenle, Türk kamuoyu, muhafazakâr eşcinsellerden sonra, birkaç on yıl içerisinde dindar eşcinsellerle de karşılaşacaktır. Hiçbir topluma sonsuza değin seyirci olma lüksü verilmemiştir çünkü!

Unutulmamalı, modernite, Batı''da eşcinsel kiliseler ve rahipler üretti. Türkiye''de niçin benzerlerini yeşertmesin?

İyi bakılırsa görülür, modernlik sadece dindar bedenlerde değil, dindar ruhlarda da yeşeriyor!

Tabiatıyla dindarlarımız da şöyle düşünüyor: “Aman sende, yeşil olsun da ne olursa olsun!”

Oysa yeşil sadece doğum''un/yeşerme''nin rengi değildir; aynı zamanda yeşillene yeşillene çürümenin de rengidir. Ölümün...

15 yıl önce
Ruhlarımızda da yeşeren modernlik
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...