|
Ver âlemi ateşe!

— “Sünnet oldunuz mu?”

Yaklaşık otuz yıl önce, İstanbul''a geldiğinde, Roger Garaudy''ye sorulan ilk soruydu bu!

Müslüman olmuştu, ama, acaba sünnet de olmuş muydu?

İlk akla gelen buydu, ve biraz ince düşünülecek olursa, bu istifhamın oluşması —halkın hassasiyetleri bakımından— gayet tabii bir durumdu.

Kelime-i şehadetin ikrarıyla yetinilebilir miydi?

Aslâ!

(Dünyamız yeşil kuşak sarınırken), kendisine bağrımızı açtığımız (!) bu Fransız sünnet de olmalıydı ki samimiyetinden kuşku duyulmasın!

* * *

Tıpkı Müslümanlık gibi, Sünnet de (Türkçe''de) olunan bir şeydir; olunan, ve uyulan.

Sünnet''e uymak, hem hukuken, hem edeben Fahr-i kâniatın (s.a) söz ve fiillerine uymaya çalışmak demek aslında. Sünnet olmak (hıtan) ise, Hz. İbrahim''in uygulaması. (İslâm''ın peygamberinin sünnet olduğuna dair bir kayıt yoktur. O sünnet olmamış, sünnetli doğmuştur.)

Anlamı nedir?

Zahirde, bir anlamı yoktur! ''Temizlik'' gibi belli belirsiz bazı lâflar edilir ama kesinlikle üzerinde düşünülmez!

İslâm geleneğinde, sünnet (hıtan) üzerinde düşünülmemiş sembolik bir uygulamadır. Bir nişan, bir alâmet ve sembol!

Bir ilk adım!

Bu nedenle Hristiyanlıkta vaftiz neyse, Yahudilikte ve Müslümanlıkta sünnet de odur.

Hristiyanlık sözkonusu olduğunda, kaç yaşında olursanız olun, vaftiz edilirsiniz. Müslüman olursanız, vaftiz yerine, sünnet edilirsiniz. (Almanya''da Müslüman-Türk kızlarıyla evlenen kaç Hans bu işlemden geçirilmiştir acaba?)

* * *

İslâmî literatür açısından bu sembolün anlamı tayin edilmemiş, İbrahimî bir uygulama olarak sürdürülmüştür, hepsi o kadar! Fakat Yahudilik açısından sünnete atfedilen bir anlam vardır.

Sünnet bir ahdin, bir sözleşmenin nişânesidir. Kısaca, “harama uçkur çözmemek” konusunda Rabbe verilen ahdin alâmetidir.

“Zina yapmayacaksın” buyruğuna riayet eden bilincin somutlaşmasıdır.

İslâmî gelenek açısından değil, İbranî gelenek açısından.

İslâm hukukunda bu işlem (hıtan) acaba farz mıdır, vacib midir, sünnet midir, nedir?

Yani bu işlem zorunlu mudur? Sünnet olmasa, kişinin (müslüman evlâdının veya mühtedinin) müslümanlığı kusurlu mu sayılacaktır?

Kişinin kendisini bu nişaneden mahrum etmesinin fıkhî mânâsı (bedeli) nedir?

Bu sorulara duraklamadan cevap verebileceğini sanmıyorum.

* * *

Peki, durup dururken niçin böyle bir konunun etrafında dolanıyorum?

İslâmî örfün, kültür ve geleneklerin sembolik değerlerinin, umumiyetle, dindar bilinç açısından, katı hukuki kurallardan daha belirleyici bir nitelik kazandığını/kazanabileceğini göstermek için.

Düşünmenin son katında bu sembollere ihtiyaç yoktur.

Metafizik, bu semboller olmaksızın düşünebilmek demektir çünkü. Sembollerden arınmış bir halde düşünebilmek, avamın adımını atamayacağı alacakaranlık kuşak. Minerva''nın yurdu. Kesinlik ve zorunluluğun.

Kılıksız. Kıyafetsiz. Çırılçıplak.

— “La métaphysique est donc la science qui prétend se passer de symboles.”

Bergson aynen böyle söyler:

— “Metafizik, sembollere ihtiyaç duymadan varolma talebinde bulunan bir bilimdir.” (Œuvres, s. 1396, Paris 2001)

Hiçbir din sembollerinden vazgeçemez bu yüzden. Varlık sebebinden.

Muhayyileden.

* * *

Sembollerin rasyonalliği konusunda, dilerseniz başka örnekler de verebilirim.

Meselâ, halk psikolojisinde ''zina'' mı büyük bir kabahat (!) olarak algılanır, yoksa cenabet (gusül abdestsiz) dolaşmak mı?

İkisi de memnudur, ikisi de yasaktır, ikisi de kaçınılasıdır, ama halk psikolojisinde hangisinin sonuçları daha ürkütücüdür?

Günah-ı kebairden olan zinanın mı, yoksa cenabetliğin mi?

Öyle ya, dindar halka, “Sünnetsiz ama namaz kılan (veya içki içmeyen) bir damadı mı tercih edersiniz, yoksa sünnetli ama namaz kılmayan (veya içki içen) bir damadı mı?” diye sorulsa, acaba eğilim hangi yöne olur?

Sanırım, bu soru karşısında dindar bilinç büyük ölçüde afallayacaktır. Çünkü halkımız, ibadetlerin büyük bir kısmını dinin şiârı/nişânesi olarak görmediği hâlde, sünnet olmayı dinin şiârı olarak görür. Fıkhî delil filan da aramaz.

Dindar bilinç, ibadetlerdeki kusuru bağışlayabilir ama sünnetsizlik kusurunu kolay kolay içine sindiremez. Buna bir anlam veremez çünkü.

Niçin?

Aklî olmadığı için. Nişâneler ve dahî kutsallar analize izin vermediği için.

Bu tür durumlarda dindarlığın omnipotansı aslâ çözülmez.

Bir dine veya geleneğe mensub olmak demek, aslında, asırlar içinde oluşmuş bir semboller hiyerarşisine tâbi olmak demektir. (Kim ne derse desin, Ramazan davulu, Ramazan pidesi, Ramazan mahyaları, oruç farzının avarızı olmaktan çıkmış, bizzat mahiyetine dahil olmuştur.)

Nişâneler, dinde düşünülemez olandır. Kutsaldır. Mukaddestir. üstelik dinin zayıf değil, güçlü tarafıdır.

Analitik açıklamalar kıymetini işte bu zeminde kaybeder.

Kısacası, takdis etmeyi bilmiyorsan dindar olamazsın!

* * *

Akıldışının gücü, aklın gücüne çoğunlukla galebe çalar.

Bu nedenle hiç kimse aklî nedenlere dayanarak bir dine girmez, yine aklî nedenlere dayanarak da bir dinden çıkmaz.

Aklın, ne girişte, ne çıkışta bir hükmü vardır. Aklın hükmü kalıştadır. Yani atılan adımın sürekliliğini sağlamaya yarar akıl denen mekanizma. Haklılaştırmaya.

Tıpkı aşk gibi. Aşık olurken de, aşktan vazgeçerken de kişi akla ihtiyaç duymaz. Ancak ilişkiyi ebedileştirmek isteyenler, aklın yardımına başvurmak, yani ilişkiyi aklen kurumsallaştırmak (evlenmek) zorundadırlar.

“Tek taş”lık adımlar, gerçekte kalbî olanı aklîleştirmek anlamına gelir. Aşk ateşinin sönmemesini istiyorsanız, bu ateşin alev almasını (akıl aracılığıyla) engellemek zorundasınız demektir.

Havuzun ortasında küçük bir kandil tasavvur edin, o kandilin içinde de yanan bir mum!

Havuzun suyu, ironik bir biçimde, belki bir yandan ateşin alanını küçültür, ama öte yandan onun sürekliliğini de sağlar. Kalpteki volkan ateşi kandildeki mum ateşine dönmek sûretiyle süreklilik ve kalıcılık elde eder.

Süreklilik istiyorsanız, suyla ateşi yanyana getirmeyi becermelisiniz.

Bu kadarı sizi kesmiyorsa, ehl-i telvin dervişler gibi yapın, bütün havuzu ateşe verin!

Siz de yanın, sevgili de yansın!

Alem yansın, ama ateş sönmesin!

* * *

İmdi, söyle ey talib, elinde yanan bir çıra mı var, su dolu bir kova mı?

* * *

Not: Garaudy, kendisine sorulan o soruya şu cevabı vermişti: “Sünnet olmaya ihtiyaç duymadım!”

14 yıl önce
Ver âlemi ateşe!
Fatih Terim dönemi
İsimler lakaplar
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı