|
yana yakıla

"Hatırlıyorum da..." der, Oscar Wilde, "bir konuşmamızda Edward Burne-Jones bana modern bilim hakkında şöyle demişti:

— "Bilim daha materyalist hâle geldikçe, ben daha çok melek resmi yapacağım." (The more materialistic science becomes, the more angels shall I paint.)

19. yüzyıl yeterince yaşlandığı yıllar. Ancak yine de yaşlı yüzyılın bilimi de gençtir, sanatı da.

Evet, çok genç. Bir o kadar da atak ve heyecanlı.

Karşı konulamaz bir sel gibi önüne gelen herşeyi devirmekten perva etmez bu yüzden.

Batı''da, güçlü itirazların önesürümü, öncelikle sanatın huysuz çocuklarına düşer ister istemez. "Gerçeğin canı cehenneme!" diyecek denli huysuz olan çocuklara...

Edward Burne-Jones onlardandı. Bütün Pre-Raphaelite''ler gibi.

* * *

Buna mukabil, "Ben hiç melek görmedim, gösterin çizeyim" der Fransız ressam Gustave Courbet (öl. 1877).

Bu sözüyle katı gerçekçiliğini temellendirdiğini düşünür. Kendince. Sanki resmederken gerçekten de gerçeği resmediyormuş gibi. Resmetmiş gibi.

Oysa hiç kimse sırf gördüğünü çizemez. Yorumlar sadece. Görmek de yorumdur bu yüzden, çizmek de.

Melekleri bulunmadığı yer gerçeğin dünyası değildi, bizzat Courbet''nin iç dünyasıydı.

Muhayyilesi.

* * *

Gerçeklerden kaçışın en muhkem, en sahih vasıtasıdır muhayyile. İnsanoğlu, muhayyilesinin kanatlarıyla yükselir gerçeğin o yutucu bataklıklarının üstüne. Sadece hayâl ederek... gündüzleri veya geceleri düşleyerek... ama her hâlukârda muhayyilesinin yardımıyla.

Koşmaktan mecali kalmayınca ayaklarının, bu sefer kanatlanmak ister. Bir an evvel yükselmek ve göklerde özgürce süzülmek için. Her kayıttan azade yaşanabileceğini görmek ve göstermek amacıyla...

VE kararlılıkla.

İyi ama, muhayyilesi insanı oralarda ne kadarlığına tutabilir ki? Nitekim gerçeğin çekimi aşağıya... yere... kendine doğru.

Muhayyile bu çekime daha ne kadar direnebilir, ne kadar karşı koyabilir ki?

Sürenin ne önemi var a benim dostum! Ne kadar mümkünse o kadar! Hepsi, bir an kadar! Ruh, gerçeğin içine gömüldüğünü yeniden idrak edene kadar!

* * *

Acaba niçin başka bir şey değil de, bilhassa daha çok melek resmi?

Burne-Jones''ın bu soruya cevabı da şöyledir:

— "Meleklerin kanatları, benim, ruhun ölümsüzlüğü lehine itirazımın nişânesidir." (Their wings are my protest in favor of the immortality of the soul.)

Ruhun ölümsüzlüğü...

Ah şu insanoğlu!

Toprağın elinden kurtarabileceğine inandığı neyi varsa onu kurtarmak için çırpınıp durdu. Hem de yüzyıllar boyu. Biteviye. Sırf ölmemek için. Sâde yok olmamak adına. Ne yapıp edip ısrarla yaşama değmeyi sürdürmek uğruna.

İnsan, hâlâ aynı hırsla mücadelesini sürdürüyor. Gerçekliğin yavanlığından kurtulmak istiyor çünkü.

Muhayyilesi, elindeki yegâne imkân. Kanatları, muhayyilesi.

İngiliz sanatçının da işaret ettiği gibi, sanatın, ruhun ölümsüzlüğünden yana tavır alışının en açık nişânesidir meleklerin kanatları.

* * *

St. Paul''s within Wall, Roma''da bir Anglikan kilisesinin adı. Duvar çinileri William Morris''in, mozaikleri ise Burne-Jones''ın elinden çıkmıştır. Kilisenin merkez sahnının tam üstünde, "A Vision of Angels", âdeta kanatlarıyla müminlerini selâmlar.

Ancak ben yine de Burne-Jones''ın, kanatsız çizdiği meleklerin etkisinin, muhayyilesinin gücünü daha çok gösterdiğini iddiaya cesaret edeceğim. Meselâ "The Golden Stairs" (Altın Merdivenler) tablosuna bir de bu zaviyeden bakmalı.

VE bu tablo, ressamın ahdine sadakatinin alâmeti olarak okunmalı.

İtirazının en yetkin biçiminin alâmeti olarak...

* * *

— "Gerçekte olup biten her şey sanat açısından yozlaşmış demektir. Tüm kötü şiirler sahici ve samimi duygulardan yola çıkılarak yazılmıştır. Doğal olmak, apaçık/bariz olmak demektir. Bariz olmaksa sanatsal olmayı engeller."

Oscar Wilde''ın ''Gilbert''ine söylettiği bu sözlerin aracılığından yararlanmak yerine, doğrudan, sanat ve dolayım üzerine yazmak da mümkündü. Ne var ki dolayımsız yazılmıyor.

Sadece sanat mı, düşünce de öyle.

Düşüncenin kendisi de hakikatte mübhem''in o soğuk aralığında ikamet etmeyi yeğliyor. Vaaz vermeyi, telkinde bulunmayı başkalarına bırakıyor. Gerçeği dile getirmek hakkından vazgeçiyor. Kanatlarının eriyip yok olmasına aldırmaksızın, tıpkı İkarus gibi, güneşe yaklaşmayı istiyor. Yanmayı, kül olmayı tercih ediyor. Bedeli ne olursa olsun arınmaya çalışıyor. Yana yakıla hem de.

Yapmadığı, yapmayı istemediği tek şeyse, dolayımsızlığa başvurmak.

Göründüğü gibi olmak, olduğu gibi görünmek. En büyük günah da buymuş, bu yüzden dili dilim dilim diliyor.

Ne diliyorsa, inan ey talib, yana yakıla diliyor.

14 yıl önce
yana yakıla
Büyüme rakamı ve enflasyon hedeflemesi tartışmaları
Şükür, kibri eledi!
Bir bu eksikti: Kürt imam, Türk kaymakam!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!