|
Hekimoğlu İsmail ve ayaklı kütüphaneler

Bizim nesle yol gösteren, okumayı yazmayı sevdiren ve böylece ufkumuzu açan kalem erbabından söz etmek gerekirse Eşref Edip, Necip Fazıl, Peyami Safa, Osman Yüksel Serdengeçti, Cemil Meriç, Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Kadir Mısıroğlu, Sezai Karakoç gibi isimleri sıralayabiliriz. Tabii ki, eserleriyle ve gazete yazılarıyla bizi etkileyen fikir ve aksiyon önderleri sadece bunlardan ibaret değildi, daha başka önemli isimler de vardı.

Asıl adı Ömer Okçu olan, fakat “Hekimoğlu İsmail” müstearıyla büyük bir şöhret kazanan “Minyeli Abdullah” yazarı da nev’i şahsına münhasır üslubuyla ama bilhassa ahlak ve karakteriyle, ayrıca yazdıklarını yaşamak suretiyle bize tam bir örnek oluyordu. Ben kendisini çok erken bir tarihte tanımaya ve tabii ki sevmeye başladım. En önemli eseri diyebileceğimiz Minyeli Abdullah romanıyla alakalı ilk yazıyı da yine ben kaleme almıştım. Merhum Mustafa Miyasoğlu yıllar önce Milli Türk Talebe Birliği’nin yayın organı olan “Milli Gençlik” dergisinde yayımlanan bu yazımı bana göndermişti. Bilindiği üzere bu eser daha sonra filme de alındı ve büyük bir sükse yaptı. İslami bir hayatın nasıl yaşanması gerektiğini en güzel sahnelerle, ibretlik manzaralarla seyirciye yansıtan Minyeli Abdullah filmi, tahminlerin üstünde büyük bir kitleyi etki alanı içine aldı.

Hekimoğlu İsmail ağabeyimizle olan ilişkim sadece Minyeli Abdullah ile sınırlı değildi. Onun diğer eserlerini ve gazete yazılarını da takip ediyordum. Yeni İstiklal’de, İttihat’ta, Yeni Asya’da, Büyük Gazete’de yayımladığı makaleleri de büyük bir zevkle okuyordum. Haftalık İttihat’ta “His ve Fikir” başlığıyla neşrettiği yazıların kitaplaştırılması gündeme gelince ve adı geçen gazete ciltleri kütüphanelerde bulunamayınca bendeki mücellet takımı yayınevi yetkililerine vermiştim.

Hekimoğlu İsmail’in kültür dünyası hayli genişti. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine büyük bir ilgi duymakla, bu konuda kitaplar hazırlamakla, Risale-i Nurları en iyi değerlendirenlerden biri olmakla beraber yelpazeyi gayet geniş tutuyor, ilim ve irfan dünyamızın diğer gözde isimlerine de âşinalığı vardı. Kendisiyle yaptığım özel sohbetlerde Namık Kemal’den, Necip Fazıl’dan, Ferid Kam’dan ezbere şiirler okuduğuna çok defa şahit olmuşumdur. Benim ona duyduğum muhabbetin sebeplerinden biri de işte bu özelliğidir. Diğer bir özelliği ve güzelliği ise, kitaplara olan düşkünlüğü ve zengin bir kütüphanesinin oluşuydu.

Bu konuda bir fikir vermesi için onun kitabiyat dünyasıyla ilgili bir yazısını teberrüken aşağıya alıyorum.

“Diyebilirim ki, Türkiye kitap açısından tarihinin en zengin devrini yaşıyor. Birçok evde muhakkak bir kütüphane var. Bu hal çok güzel, fakat bazı evlerde kütüphane mefruşatın bir parçası gibi durmaktadır. Kitaplar okunmaz, öylece durur. Çocuk doğar, büyür; kitaplara el süren yok. Anne baba da aynı konumdadır. Onlar da kitaplara dokunmaz. Ebeveyn diyor ki: ‘Kitap aldım ama okumuyorlar.’ Evvela anne baba kendi alıp okuyacak ki, çocuk bunu görsün, o da alıp okusun.

Mesela benim için kütüphanem, dostlarımla toplandığım bir meclistir. Kitap okumakla sanki o dostlarımı dinlemiş olurum. En büyük zevkim işte budur. Rafları dolduran kitaplarla sohbet etmek…

Ortaokul yıllarımda Erzincan’da tek kitapçı vardı. Ayağı sakat, işini iyi bilen bir kimseydi. Orada oturur, sohbet ederdik. Sorardım: ‘Amca, Sefiller var mı?’ Yüksek sesle ‘yok’ derdi. Ertesi gün rafların arkasından çıkarıp vermişti. Gece düşünmüş, bu genç bu kitabı okur mu diye. Belli ki okuyacağıma aklı yatmış.

Peki, her kitap okunur mu? İnsan beyni bilgi üretebilir, bilgi toplayabilir, topladığı bilgilerle sentez yapabilir. Yani insan sonsuz sayıda bilgi ortaya çıkarabilir. Bu bilgilerden hangisi doğru, hangisi yanlış? Bu durumda kitaptaki bilgiler de Kur’an’ın mihengine vurulmalı.

Peygamberimiz’e gelen ilk vahiy ‘Oku!’ olup, ‘Seni yaratan Rabbinin adıyla oku’ diye başlıyor. Böylece Kur’an neyi nasıl okuyacağımızı bize anlatıyor.

Bunun için kitaplarıma ‘en iyi arkadaşlarım’ diyorum. Bir hatıramı daha anlatayım. Köyümüzdeki delikanlılar sigara içiyorlardı. Sebebi de delikanlı olduklarını isbat etmekti. Birbirlerine sigara vermeleri, içerken sohbet etmeleri beni cezbetmişti. Çocuk aklıyla bir gün ben de mısır püskülünü gazeteye sardım, sigara yapıp yaktım. Sigara gibi dumanı çıkıyor. Çalım atarak annemin yanına gittim. Anne bak, tüttürmeye başladım. Annem ot biçiyordu. Hemen ayağa kalkıp, ‘Bu orağı al, beni öldür, ondan sonra sigara iç!’ dedi. Şaşırdım, kaldım. Herkes içiyor, ben de içsem ne olur yani. Annem bağırıyor, ağlıyor, ‘İçmeyeceksin’ diyor. Sigarayı yere atıp çiğnedim. İçmeyeceğim, dedim.

Şöyle bir hesap yaptım. Bir ayda ne kadar sigara içilir? Bunun için kaç lira ödenir? Her ay sigaraya vereceğim parayı kitaba verdim. Sayısını bilmediğim kadar kitabım oldu. Böylece hayatım kitaplar sayesinde bir mânâ kazandı.

Sigaraya verilen parayla bol miktarda kitap alınabilir. Ben kütüphanemi böyle kurdum. Kütüphanesi olanla, olmayanın durumu kafesteki kuşla, özgürce uçan kuşa benzetilebilir. Kafesteki kuş, birileri bir şey verirse yer, serbest kuş ise dünyayı dolaşır. Canım sıkıldığı zaman kütüphanemin karşısına geçer, kitaplara dikkatle bakar birini elime alır, onunla meşgul olurum.

İstanbul koca bir şehir. Gezmekle bitmez. Sağlıklı olduğum yıllarda sık sık Sahaflar Çarşısı’na giderdim. Evvela vitrinlerdeki kitapları seyrederdim. Kitap severlerle buluşurdum. Çınaraltı’nda oturur, hem çaylarımızı içer, hem sohbet ederdik. O kitapçılar, aynı zamanda ayaklı kütüphanelerdi. Onları dinlemekten çok hoşlanırdım. Sahafların kendilerine has manevi bir havası vardır ve insanı rahatlatmaktadır.

Şimdi hasta olduğum için gidemiyorum. Yıllar önce köye gittiğimde doğruca öksüz kalan kitaplarımın yanına koştum. Kütüphanemin olduğu odaya çıkmaya gücüm yetmediği ve merdivenleri çıkmak benim için tehlikeli olduğu halde, eşimin yardımıyla o odaya çıktım. Birbirlerine sarılmış olan kitaplarım sanki beni bekliyorlardı. Onlara bakmaya doyamadım.

İlim bir saraydır. O saraya girince görürüz ki, köşk içinde köşk var. Ya bil, ya öğren, ya âlimleri sev. Bu hallerin dışında kalmak cehalettir. Cehalet ise sadece insanı değil, milleti, hatta devleti bile perişan eder.”

Hayatı boyunca, Kitaplar Kitabı’na uygun bir şekilde yaşamaya gayret eden Hekimoğlu İsmail’e bu vesileyle bir kere daha Allah’tan rahmet diliyor, değerli mahdumu Osman Okçu’ya bir an önce “Hekimoğlu İsmail Kütüphanesi”ni kurmasını hatırlatıyorum.

#Hekimoğlu İsmail
#şref Edip
#Necip Fazıl
#Peyami Safa
#Osman Yüksel Serdengeçti
#Cemil Meriç
#Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu
#Ahmet Kabaklı
#Ergun Göze
#Kadir Mısıroğlu
#Sezai Karakoç
2 yıl önce
Hekimoğlu İsmail ve ayaklı kütüphaneler
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!