|
Lâleli Camii’nin âvizesi

Tarihi Laleli Camii’nin gösterişli avizesine takılan basit ve sıradan lambalar sosyal medyada eleştiri konusu oldu. Prof. İlber Ortaylı da, “Laleli Camii’ni de Zevksizlik Sardı” başlığıyla mevzuyu Hürriyet’teki köşesine taşıdı. Ortaylı, yazısına şöyle başlıyor:

“Üçüncü Mustafa sanatkâr ruhlu bir padişahtır. İstanbul’a üç cami hediye ettiği halde; birincisini kiliseye kaptırmış (Üsküdar Ayazma Camii), ikincisini suya kaptırmış (Kadıköy İskele Camii), üçüncüsünü dervişe kaptırmıştır ki, Lâleli Camii derler. Büyük bir depremden sonra yerle yeksan olan Fatih Camii’ni de yeniden yaptırdı.”

Buna ben de bir ilavede bulunayım. Üçüncü Mustafa, İstanbul’a üç cami değil, dört cami hediye etti. 1766 depremiyle yıkılan asıl Fatih Camii’nin yerine yaptırdığı bugünkü Fatih Camii’ni saymazsak bir dördüncü cami daha inşa ettirdiğini biliyoruz. Bu cami Mahmut Paşa semtinde bulunuyor ve “Çakmakcılar Camii” diye de anılıyor. Minaresi duvara bitişik olan bu mabedi Üçüncü Mustafa 1760’da yaptırdı. Cami, 1954’de onarımdan geçti. Tek şerefeli minaresi tuğladan örülüdür.

İlber Bey “Suriçindeki tarihi camilerin personelinin Osmanlı estetiğinden (bediiyatından) anlamaları lazım” diyor, doğru da söylüyor. Bendeniz de – âcizane – bunun zaruretine inanıyorum ama yerli Osmanlı düşmanlarıyla uğraşmaktan vakit bulup da ecdadımızın nasıl medeni insanlar olduklarını, bediiyyata ne derece önem verdiklerini bir türlü anlatamıyoruz. Durum böyle olunca, içimizdeki bazı beyinsizler, hepimizin ortak değeri olan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından bile Osmanlı düşmanlığı çıkarabiliyorlar.

Söz buraya gelmişken harap camilerden ve nasıl tahrip edildiklerinden bir iki cümleyle bahsetmek istiyorum. Evvela, bir cami, mimarisi itibariyle ne kadar muhteşem olursa olsun, eğer cemaatten mahrumsa harap demektir. İkincisine gelince, özellikle İstanbul’un tarihi camilerinden bazılarını Osmanlı başkentinde sık sık çıkan korkunç yangınlar ya tamamen ortadan kaldırdı veya harabeye çevirdi. Sadece camiler mi, etrafındaki diğer önemli yapılar da bu felaketten nasibini aldı. Mesela bahsini ettiğimiz Laleli Camii’nin medresesi, 1911’de çıkan bir yangınla harabe haline geldi.

Bu kadar mı, camiye adını veren Laleli Baba’nın türbesini de biz kendi ellerimizle bulunduğu yerden uzaklaştırdık. Bin dokuz yüz ellili yılların sonuna doğru, yol genişletme gerekçesiyle, merhumun kabri açıldı ve “bakıyye-i izâm”ı, Genç Türk Caddesi’ndeki küçük bir hazireye taşındı. Unutmadan söyleyeyim, merhumun adı geçen haziredeki kabir taşında bir de Lale resmi bulunuyor. Allah’tan, caminin banisi olan Üçüncü Mustafa’nın, oğlu Üçüncü Selim’le birlikte yattığı sanat harikası türbenin başına bir iş gelmedi. Bu türbenin, caddeye yönelik duvarındaki kuş evi, bakanların, görenlerin gözlerini zinetlendiriyor.

Üçüncüsü de şöyle: Harap mabedlerin perişan manzaraları en çok otuzlu, kırklı yıllarda kendini gösterdi. Tek parti diktatörlüğünün hükümferma olduğu senelerde ecdad yâdigarı camilerin bazıları yıktırıldı, bazıları satıldı, bir takımı da kaderine terk edildi. Bunlardan biri olan Azapkapı Camii’nin nasıl perişan bir hale getirildiğini, içinin molozla nasıl doldurulduğunu yakından görmek istiyorsanız, Halil Ethem’in 1932’de “Camilerimiz” adıyla yayımlanan kitabının 54. sayfasındaki fotoğrafa bakmanız gerekiyor. Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın “Harap Mabed” başlığıyla Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin hazin manzarasını dile getiren o meşhur şiiri ise, vefasızlığımızın, hatta ihanetimizin tam bir mersiyesidir.

Vardım eşiğine yüzümü sürdüm

Etrafını bütün dikenler almış

Ulu mihrabında yazılar gördüm

Kim bilir, ne mutlu zamandan kalmış

Bu dörtlük ile başlayan şiir, Sinan eseri bu camiye tam bir ağıttır.

Laleli Camii’ni toz toprak içinde gören, ancak bunun giderilmesi için garip ve tuhaf bir teklifde bulunan yazarlarımız da var. Maalesef, ünlü romancılarımızdan Refik Halid Karay işte onlardan biridir. Bakınız, Refik Halid Karay, 11 Şubat 1947 tarihli Akşam gazetesinde “Laleli Camii – İlim Minberi” başlığıyla yayımladığı makalenin sonunda nasıl bir teklifte bulunuyor:

“Laleli Camii açık mıdır? Galiba değildir; cemaatsizdir. Zaten biraz aşağısında Valide, yukarısında Beyazıt camileri bulunduğuna, ayrıca etrafında daha birçok mescitler yer aldığına göre halka açık tutulması da pek zaruri addedilemez. Acaba bir kısım medreselerden müze olarak faydalandığımız gibi, şu Laleli Camii’ni de, içinde lüzumlu ta’diller yaparak, fakat harici şekline ve şemailine dokunmadan bir yedek konferans binası diye kullanamaz mıyız? Bir camiyi ilim ve edebiyat mevzuları üzerine ciddi konferanslar verilen bir binaya çevirmekte hiçbir mahzur yoktur. Camiler esasta daima bu işi görmüş, cami dersleri denilen tedrisat camilerde yapılmıştır. Hele Laleli – mesela- vaktiyle Paris’teki Les Anneles usulü serbest, lakin tertipli serbest konferanslara dam altı vazifesi görür. Beden stadyumlara, fikir konferans salonlarına muhtaçtır.

Geniş bir kubbe altında, binanın üslubuna uygun bir kürsü karşısına geçip rahat ve yine üsluplu sıralarda oturarak konferans dinlemek herhalde pek zevkli olacaktır. Laleli Baba gibi caminin kurucusu 3. Mustafa’nın ruhu da memnun kalır. Metruk ve muazzam bir binayı mevkiine en yakışan surette şenlendirilmiş görmekten kim haz duymaz?”

Mine’l-garâib! Siz hiç minareli konferans salonu gördünüz mü?

#Dursun Gürlek
4 yıl önce
Lâleli Camii’nin âvizesi
Gölge oyunu...
Kompradorların “Ekrem ile Özgür” hesabı?
Hz. Âdem kaç yıl önce yaşadı?
Gazze’den bir misafirimiz vardı
Ekonomik kalkınmada nitelikli işgücünün rolü