|
Osmanlı hanedanı içinde tek kadın şair: Âdile Sultan

Ünlü ressamlarımızdan Elif Naci’nin “Anılardan Damlalar” isimli hatıratını bugünlerde ben de büyük bir ilgiyle okuyorum. Aynı zamanda Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nin müdürlüğünü de yapan yazarımız adı geçen kitabında meşhur ressamlarımızın yanı sıra Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Özdemir Âsaf gibi edebiyatçılarımızla ilgili hatıralarını okuyucularıyla paylaşıyor.

Kitabının son kısmında ise, Fındıklı’daki Âdile Sultan Sarayı’nın nasıl yandığını yana yakıla anlatıyor. Bende en fazla alaka uyandıran bölümü işte bu yangınla ilgili kısım teşkil etti. Elif Naci, daha sonraki adı Güzel Sanatlar Akademisi olan bu tarihi binada çıkan yangın haberini Asmalımescid’deki bir eğlence yerinde arkadaşlarıyla demlenirken alıyor. Kapı birden açılıyor, Adalet Cimcoz, rüzgâr gibi içeri giriyor ve “Akademi yanıyor!” diye yüksek sesle bağırıyor. Bunlar alelacele Fındıklı’ya vardıklarında Âdile Sultan Sarayı’nın alevler içindeki korkunç manzarasıyla karşılaşıyorlar.

Bu dehşet verici sahneyi iç geçirerek dile getiren Elif Naci, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Boğaz’ın iyot kokulu rüzgârlarına karşı açılmış geniş pencerelerinden sanat ve tarih anıları taşan bu binaya her girişimde çoğu başları sarıklı Osmanlı mebuslarının ve Sultan Abdülmecid’in müezzinbaşısı dedem Hacı Salih Efendi’nin seslerini duyar gibi olurum. Annemin anlattığına göre, Âdile Sultan, kocası Mehmet Ali Paşa’yı ve kızı Hayriye Sultan’ı kaybettikten sonra bu saraya kapanmış. Yüzünü bile görmediğim annemin babasından Nakşibendi Tarikatı’nın ilahilerini dinleyip avunurmuş.”

Bu konuda epeyce araştırma yaptığım için biliyorum. Âdile Sultan bazen, ben bir padişah kızıyım, iki padişahın kardeşiyim, bir padişahın da halasıyım diye övünürmüş. Evet efendim, bu hanım sultanın babası İkinci Mahmud Han, kardeşleri Abdülmecid ve Abdülaziz, yeğeni ise Sultan İkinci Abdülhamid Han’dır. Sultan Abdülhamid, işte bu halasına gerekli saygıyı -hem de fazlasıyla- gösteriyormuş. Hatta saraya geldiği zaman olağanüstü bir merasimle karşılıyormuş. Kahvesini bile padişah kendi elleriyle takdim ediyormuş. Ayşe Osmanoğlu, “Babam Abdülhamid” isimli kitabında bu şaşaalı karşılama ve uğurlama merasimini bütün ayrıntılarıyla anlatıyor, daha ilk satırlarda Âdile Sultan’ın hayırsever, şair, ilim ve irfan sahibi dindar bir sultan olduğunu belirtiyor. Yine Ayşe Osmanoğlu’ndan öğrendiğimize göre, Âdile Sultan Yıldız Sarayı’na son gelişinde, parmağında taşıdığı gayet değerli bir lâ’l yüzüğü çıkararak Abdülhamid’in parmağına takıyor ve bunun, dedesi Birinci Abdülhamid’den babasına intikal ettiğini de ayrıca belirtiyor. Büyük bir memnuniyet duyan Sultan Abdülhamid Han, hemen kalkıp halasının elini öpüyor. Biliyor musunuz, bu son derece kıymetli yüzük padişah tahtından indirildiği sırada kayboluyor. Kim bilir belki de Yıldız Sarayı’nı yağmalayan çapulculardan birinin eline geçmiştir. Neyse…

Yukarıda kendisinden ve hâtıralarından bahsettiğimiz Elif Naci Bey, Âdile Sultan hakkında daha ayrıntılı bir makâle yayımlıyor ve ona duyduğu ilgiyi böylece dile getirmiş oluyor. Buna göre, Âdile Sultan da babası İkinci Mahmud gibi iyi bir şairdir. Topkapı Sarayı’nın kütüphanesinde altın yaldızlı, el yazması iki dîvanı bulunmaktadır.

Âdile Sultan annesi Zernigâr’ı küçük yaşta kaybetti. Babası vefat ettiği zaman ise henüz 13 yaşına basmamıştı. Babasından sonra Osmanlı tahtına oturan kendisinden dört yaş büyük ağabeyi Sultan Abdülmecid kız kardeşini çok seviyordu. Dolayısıyla onu himâyesine aldı ve hiçbir şeyden mahrum etmedi. Âdile Sultan 20 yaşını geçtiği bir sırada Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Sultan kocasına çok bağlıydı. Hayatta olduğu sürece onu hiç üzmedi. Hatta bazı çapkınlıklarına bile göz yumdu.

Bununla ilgili şöyle çarpıcı bir anekdotun kaynaklarda yer aldığını biliyoruz. Âdile Sultan yaratılış itibariyle mütevazı bir insandı. Âlâyişi, gösterişi pek sevmiyordu. Gideceği yerlere de daima kıyafetini değiştirmek suretiyle gidiyordu. Bir gün kira arabasıyla Hırka-i Şerîf ziyâretine giderken Atikali civarında abdestini tazelemek zorunda kalıyor. O semtte gözüne kestirdiği gösterişli bir konağın önünde arabasını durdurup kapıyı çalıyor. O zamanlar sahibinin bilinmediği bir eve böyle bir mazeretle misafir olmak ayıp sayılmayıp normal karşılanırmış. Konağın son derece süslü ve zevkle döşenmiş olduğunu, kendisine tutulan altın leğeni, ibrikle beraber sırmalı havluları ve ev sahibi hanımın şık kıyafetini görünce çok beğeniyor. İkram edilen kahve ve şerbet takımlarına hayran kalıyor.

Böyle bir manzara karşısında şaşkınlık yaşayan Âdile Sultan ev sahibi hanımın kim olduğunu soruyor. Ev sahibi hanım, biraz da işveli bir eda ile:

- Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa’nın zevcesiyim, demesin mi?

Böyle garip ve beklenmedik bir cevap karşısında âdeta şok geçiren Âdile Sultan ciddiyetini ve soğukkanlılığını korumasını biliyor. Gördüğü ilgiye teşekkür ederek konaktan ayrılıyor. O gece Saray’da kocasına en küçük bir serzenişte bulunmak şöyle dursun, aksine daha fazla iltifatta bulunuyor. Ve Âdile Sultan ölene kadar bu durumu kocası Mehmet Ali Paşa’ya söylemiyor. Daha bitmedi, Mehmet Ali Paşa, 24 yıllık bir evlilikten sonra 1868 yılının Temmuz’unda ölünce Âdile Sultan çok gözyaşı döküyor. Sultandan 14 yaş büyük olan Paşa, cömert, hayırsever ve fukarası çok bir insandı. Bu ölümün kendisini ne kadar harap ettiğini dîvanındaki mersiyede dile getiren Âdile Sultan şiirini şu mısralarla bitiriyor:

“Devlet ü dine sadâkatle ederdi hizmet

Emr-i Peygamberi icrâya kılardı gayret

Bir özü doğru sözü doğru muhibbi devlet

Öyle bir yâr için Âdile ağlar elbet

Bir Mehemmed Ali Paşa idi ol dünyâda

Vechini göstere Allah âna ukbâda”

Şâire Âdile Sultan’ın kültür dünyamıza yapmış olduğu önemli hizmetlerden biri de, Kânûnî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı şiirleri bir dîvan hâlinde toplayıp ilk defa bastırmış olmasıdır. Bendeki nüshanın başında “Dîvan-ı Muhibbî” hakkında eski harflerle şu not bulunuyor:

“Kânûnî Sultan Süleyman Aleyhirrahmeti velgufrân hazretlerinin dîvanı olup cennetmekân, firdevsi âşiyan, Gâzi Sultan Mahmûd Hân-ı Sânî hazretlerinin kerîme-i muhteremeleri devletlû, ismetlû Âdile Sultan, Aliyyetüşşan Hazretleri cânîbinden tab ve temsil edilmiştir.”

Âdile Sultan, Osmanlı hânedânı içinde dîvanı olan tek kadın şâirdir. Dîvanında Münacaat, Naat, Mersiye, Ashab-ı Kirama övgüler, Gazeller, babasının, eşinin, kızının ve kardeşlerinin ölümüyle ilgili şiirler, Fuzûlî ve Şeyh Gâlib’e nazireler bulunmaktadır. Hacı Fâik Bey’in bestelediği Hüzzam ilâhisinin güftesi şöyledir:

“Yüzün mir’at-i kibriyâdır yâ Resûlallah

Vücûdun mazhar-ı nûr-u Hüdâ’dır yâ Resûlallah

Kabul eyle onu, aşkından âzâd eyleme bir ân

Kapında Âdile kemter gedâdır yâ Resûlallah”

Âdile Sultan’ın kardeşi Abdülaziz’in intihar etmediğine, darbeci Hüseyin Avni Paşa tarafından katledildiğine işaret eden bir beyti de şöyledir:

“Nasıl yanmam ki, oldu olanlar Şâh-ı Devrân’a

Bilinmez oldu hâli kıydılar o zıll-i Yezdân’a

O gitti mülk-i ukbâya, firâkı geçdi tâ câna

Saraya velvele saldı, cihânı koydu efgâna

Cihân mâtem tutup ağlasın kan ağlasın Abdülaziz Hân’a

Meded Allah, mübârek cismi ki boyandı al kâna”

Böyle içli ve dervişâne şiirler yazan, hayır ve hasenâtının çokluğuyla tanınan, mütedeyyin bir hayat yaşayan, Nakşibendî Tarikatı’nın müntesibesi olan Âdile Sultan Ocak 1898 yılında bir bayram sabahı vefat etti. Vasiyeti üzerine, Eyüp Sultan hazretlerinin yakınındaki türbesine defnedildi.

Hayır eserlerinden bugün de istifade edilen Âdile Sultan’ın rûhu şâd olsun.

#Aktüel
#Edebiyat
#Tarih
#Dursun Gürlek
1 yıl önce
Osmanlı hanedanı içinde tek kadın şair: Âdile Sultan
Kara dinlilerle milletin savaşı
Rabbine hasım kesilen insan!
Sosyal çürüme yazıları 8: Sıkıntı yok cumhuriyeti
Belirsizlik ‘algılamayı’ öldürür
Reisi’nin manidar ölümü