|
Yangınzede bir şairimiz: Üsküdarlı Talât Bey

Millet Kütüphanesi’nin kurucusu merhum Ali Emiri Efendi, sahibi olduğu “Tarih ve Edebiyat Mecmuası”nın 31 Temmuz 1920 tarihli nüshasında “Kitap Zayiatı” başlığıyla bir makale yayımlıyor ve eski İstanbul’da sık sık çıkan yangınların nice kıymetli kitapları mahvettiğini yana yakıla anlatıyor, bu vesileyle İstanbul’a, işte bu kitap kayıplarından dolayı “Kitap fırını” diyenleri haklı buluyor.

Üsküdar’da çıkan korkunç bir yangında eviyle beraber kitapları da yanan, ancak kaleme aldığı bir beyitle hanesinin yanışına değil, kütüphanesinin yok oluşuna daha fazla üzüldüğünü dile getiren Üsküdarlı Talat Bey, yakın tarihimizin yangınzede şairlerinden biridir.

Merhumun tarihe geçen bu meşhur beytini kaydetmeden önce hayatı hakkında, birkaç cümleyle de olsa, bilgi vermek istiyorum. Üsküdarlı Ahmed Talat Bey, Divan Edebiyatı’nın son üstadlarından biridir. Babası Binbaşı Ahmet Ağa, annesi ise Ayşe Hanım’dır. Çocukluğunda Yenişehir Fener’e giderek bir süre orada okudu, sonra İstanbul’da medrese derslerine devam ederek icazet aldı. Ayrıca devrinin tanınmış hocalarından çeşitli dersler okudu.

Adliye Muhasebe Kalemi’nde devlet memurluğuna başladı. Sonra adliye muhasebe müdürü oldu, derken bahriye müsteşarlığına getirildi. Sekiz – dokuz ay bu görevde bulunduktan sonra emekliye sevk edildi. Emeklilik yılları maddi sıkıntılar içinde geçti. Yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak, 1926’da Üsküdar’daki evinde vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’nda şair Nedim’in kabrinin yanına defnedildi. İbrahim Alâaddin Gövsa, “Meşhur Adamlar”da hayat hikâyesini bu kısa cümlelerle anlattıktan sonra sözlerine şöyle son veriyor:

“Üsküdarlı Talat Bey, dil bilgisi ve şark kültürü pek kuvvetli, gayet ince ruhlu, zarif mizaçlı, yüksek ahlaklı bir kimseydi. Üstatça gazelleri, nükteli kıt’aları ve zarif tarihleri dillerde dolaşmış, fakat eserleri bir kitap haline getirilmeden Üsküdar’daki eviyle beraber yanmıştı.”

Talat Bey’i, çocukluğundan itibaren tanıyan ve kendisine “amca” diye hitap eden gazeteci Burhan Felek “Yaşadığımız Günler” isimli kitabında şairimiz hakkında ilgi çekici bilgiler veriyor. Buna göre, Talat Bey’in annesi Ayşe Hanım, mahallede evliya gibi sevilen, sayılan nur gibi bir kadındır. Ayşe Hanım 93 yaşında vefat etmiştir.

Şairimiz belli başlı eserlerini Meşrutiyet’in ilk yıllarında kaleme alıyor. Ne yazık ki – yukarıda da belirtildiği üzere- 1917’de çıkan bir yangında, ömür boyu biriktirdiği paralarla yaptırdığı evi yanıyor. Dört katlı bu evinin üst katında bulunan kitaplarından hiç birini kurtaramıyor. Talat Bey bu yangın dolayısıyla duyduğu büyük üzüntüyü – yukarıda sözünü ettiğimiz – şu beyitle dile getiriyor:

“Evimin yandığına yanmadım ammâ Talât / Yandı beyt-i metînim, ona pek çok yanarım” Tabii, burada “beyt” kelimesinin aynı zamanda “ev” anlamına geldiğini de belirtmek gerekiyor. Yani şair demek istiyor ki, evimin yandığına o kadar üzülmüyorum ama kitaplarımın, şiir mecmualarımın yok olması beni âdeta kahrediyor. Yangının mahvettiği bu eserler arasında, bütün Osmanlı padişahlarının hayat hikâyelerini şiir yoluyla anlattığı “Tarih-i Âl-i Osman” isimli kitabı da vardı. Galata Köprüsü’nün tarih kitabesi de onun eseriydi. Yine Burhan Felek Bey’den öğrendiğimize göre Yeraltı Camii İmamı, Reisü’l-kurra Hafız Üsküdarlı Ali Efendi, Talat Bey’in elinde büyüyen biraderzadesidir.

Mahir İz hocamız da hatıratında Talat Bey’den şöyle bahsediyor:

“Pakistan şairi meşhur İkbal’in ‘Peyâm-ı Meşrik’ adlı eserini Mehmet Âkif Bey’le okurken, Üsküdar’a gittiğim bir salı günü hava güzeldi. Dersten sonra Âkif Bey: ‘Haydi seninle tarihi Çiçekçi Kahvesi’ne gidelim’ dedi. Birlikte oraya gittiğimizde Üsküdar’ın meşhur şairlerinden eski Bahriye Müsteşarı Üsküdarlı Talat Bey’le karşılaştık. Çok güzel bir edebi sohbet yapıldı. Bize Karacaahmed’deki Nedim’in kabrini gezdirdi. Bu arada şöyle bir vak’a anlattı:

‘Bir gece devrin şairleri ile Mahmud Celaleddin Paşa yalısındaydık. Mahmud Celaleddin Paşa yaratılıştan şairdi; ortaya bir mefhum attı ve şunu bir beyit haline koyabilsek dedi. Ben oracıkta hemen beyti nazmedip okudum. O kadar mütehassis oldu ki, bir küçük kese içinde yirmi altın hediye etti.’ Talat Bey’in o zaman tamamıyla hafızama nakşedilmiş olan o beytini bir deftere kaydetmediğim için, zamanla hafızamdan silindi. Buna o kadar müteessifim ki, hâlâ acısını duyarım.”

Tarihi, edebi ve tasavvufi yazılarıyla büyük bir şöhret kazanan merhum Refi Cevad Ulunay da, sözü Üsküdarlı Talat ve Sultan Abdülhamid ilişkisine getirip şöyle diyor:

“İkinci Abdülhamid kalem erbabına çok yardım etmiştir. Bir kimseyi, bir yere sürgüne gönderirse mutlaka bir memuriyete tayin ederdi. Kendisine verilen kasidelerden ziyade düşüncelerini ifade eden yazıları severdi. 1904-1905 senesinde, Rus-Japon muharebesinde Rusların hezimete uğraması üzerine, Üsküdarlı Talat Bey uzun bir manzume yazmış ve Rusların hava yumuşadığı zaman son darbeyi yiyeceklerini tahmin ve temenni ederek bir cinas yapmış;

‘Ey Rus! Çözülsün hele bir kere şu donlar

Elbette sever silsileni, korkma Japonlar’

demişti. Manzumeyi Abdülhamid’e okumuşlar. Pek hoşuna gitmiş. Talat Bey’e 300 altın göndermiş.”

Mademki, Üsküdarlı Talat Bey’in meşhur beytiyle başladık, öyleyse yine ona ait şu beyitle yazımıza son verelim:

Zât-ı Hak’dan taleb vukûunda kalbden mâsivâ silinmelidir / Her duâ müstecâb olur ammâ talebin sûreti bilinmelidir.

#Üsküdarlı Talât Bey
#Ali Emiri Efendi
#Millet Kütüphanesi
#Tarih ve Edebiyat Mecmuası
3 yıl önce
Yangınzede bir şairimiz: Üsküdarlı Talât Bey
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle