|
Darbeci paşa nasıl öldürüldü

İstanbul’da, özellikle selatin camilerinin hemen yanıbaşındaki tarihi hazirelerde yatanların hepsinin mübarek ve makbul insanlar olduklarını zannediyorsanız, yanıldığınızı söyleyebilirim. Evet, bir bakıma şehrimizin cennet bahçeleri diyebileceğimiz bu mekanlar âlimlerle, âriflerle, sanatkârlarla, tasavvuf erbabıyla dolup taşıyor ama unutmayalım ki, gül demetlerinin içindeki dikenler gibi, bunların arasında muzır şahsiyetler de bulunuyor.

İşte bu muzır adamlardan biri de, tarihi hazirelerden birinin manevi ve uhrevi havasını telvis ediyor. İzah edeyim. Yakın tarihimizin en iğrenç askeri darbelerinden birini gerçekleştiren Hüseyin Avni Paşa’nın şeddadi kabri, cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi hazretlerinin, Mehmed Zahid Kotku merhumun ve daha bir çok kıymetli zevatın da bulunduğu tarihi hazirenin hemen girişinde, solda yer alıyor. Ne yalan söyleyeyim, adı geçen hazireye defalarca gittiğim halde, bu adama Fatiha okuyan tek bir insanla karşılaşmadım. Arada bir dua edenlere rastlanıyorsa da, onlar da yaptıkları yanlışı fark eder etmez okumalarını yarıda bırakıp derhal oradan uzaklaşıyorlar.

İsterseniz buna bir örnek vereyim: Merhum ve mağfur Muzaffer Ozak Hoca Efendi, bir gün Cuma namazını kılmak için Süleymaniye Camii’ne gidiyor. Namazdan sonra, işte bu hazireye girip dua etmeye başlıyor. Ancak karşısındaki mezar taşında “Hüseyin Avni Paşa” yazısını görünce fena halde irkiliyor, “Sana Fatiha yok!” diyerek elini indiriyor ve hızla oradan ayrılıyor.

Hüseyin Avni Paşa, daha hayatteyken “Eşekci Ahmed’in oğlu” diye biliniyor. Meşhur tarihçimiz İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan “Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar” isimli muhalled eserinde ona, bu lakabın niçin verildiğini uzun uzun anlatıyor.

Kısaca nakledecek olursak, Hüseyin Avni Paşa’nın babası “Eşekci Ahmed” Eğirdir beylerinden Hacı Memiş oğullarının hizmetçiliğini yapıyor, oğlunu da kasabanın medresesine gönderiyor. O sırada, her memleket eşrafının çocuklarından birinin Harbiye Mektebi’ne gönderilmesi devlet tarafından kararlaştırıldığından, kendi çocuklarının yerine Hüseyin’i gönderiyorlar. O da, İstanbul’da bir süre Mahmud Paşa Medresesi’nde okuyup Maçka’daki Harbiye Mektebi’ne giriyor.

Aynı kaynak, daha ilgi çekici olarak şu bilgileri veriyor:

O zamanlar ilk mektebi bile olmayan ver her tarafı cehalet bulutlarının kapladığı bir köyde dünyaya geldiği için, babası Eğirdir’e getirip kavaf (saraç) esnafından Hacı Musa merhuma teslim ediyor. O zat da, hayır yapıyorum zannederek, kendisini Burhan Mektebi’ne kaydettiriyor. Burada ilk öğrenimini tamamladıktan sonra, İstanbul’a gittiğini haber alan bir takım şakacı kimseler, uyuz bir merkebi önüne katarak pazara gelen babasıyla karşılaşınca “Ulan Eşekci Ahmed! Sıpayı İstanbul’a mı gönderdin?” hitabında bulunuyorlar. Bunun üzerine babası yılışarak “Gönderdim ya, orada kocaman olur da acı acı zırlarsa hepinizi korkutur!” cevabını veriyor. Kaderin garip cilvesine bakınız ki, babasının kehaneti aynen gerçekleşiyor. İstanbul’a gelip seraskerlik makamına kadar yükselen işte bu Hüseyin Avni Paşa, bizdeki askeri darbelerin de bir bakıma öncüsü oluyor. Bu zatın mel’anetlerini, olanca iğrençlikleriyle öğrenmek isteyen okuyucularımızın, merhum Yılmaz Öztuna’nın “Bir Darbenin Anatomisi” isimli eseriyle, İbnülemin Bey’in yukarıda adını verdiğim kitabını dikkatli bir gözle okumaları gerekiyor.

Sultan Abdülaziz’in askeri darbeciler tarafından öldürülmeden kısa bir süre önce çekilen fotoğrafı yeni ortaya çıktı. Padişahın bu ibretlik resmi medyada büyük bir yankı yaptı. Saray fotoğrafçılarından Vasilaki Kargopulo’nun çektiği bu fotoğraf, talihsiz hükümdarı, halk tarafından çok sevilen Osmanlı padişahını hazin bir manzara içinde gösteriyor. Başında duran iki laubali görevlinin pespaye pozları hemen fark ediliyor. Bu adamlardan birinin dirseğini, diğerinin ise sağ kolunu, padişahın omzuna dayadıkları göze çarpıyor.

Yakın tarihimizde meydana gelen acı olayları anlatırken göz yaşlarına hâkim olamayan bir büyüğümüz, önemli bir tesbitte bulunuyor, II. Abdülhamid Han’ın başına gelen korkunç felaketleri bir yana bırakalım, bu millet daha Abdülaziz Han’ın maruz kaldığı zulümlerin bile hesabını vermedi, diyor. Gerçekten de bizde bir nevi alışkanlık haline gelen askeri darbe geleneği Sultan Abdülaziz’in önce tahttan indirilmesiyle, sonra da feci bir halde şehit edilmesiyle başladı.

Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde insan oğlunun zalim ve cahil olduğunu belirtiyor. Bu vesileyle söylemek isterim ki, zalimlerin zulmü, despotların despotluğu daha çok savaşlarda, toplu katliamlarda ve tabii ki darbe dönemlerinde ortaya çıkıyor. Darbeciler sinsi emellerini gerçekleştirmek için mensup oldukları milletin fertlerine silah çekmekten, katliam yapmaktan bile çekinmiyorlar. Klasik deyimiyle barış adına savaş yapıyorlar. İşte Sultan Abdülaziz Han da, önceden hazırlanan menhus bir plan sonucunda tarihin en büyük zulümlerinden birine maruz kalıyor. Başta Hüseyin Avni Paşa mel’unu olmak üzere diğer darbeci paşaların âni ve âdi bir komplosuyla tahtından indiriliyor. Çifte saltanat kayığına bindiriliyor. Topkapı Sarayı’na gönderiliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa, bizzat padişahın içinde bulunduğu kayığı, kasten kendi yalısının önünden geçirterek, ayrı bir habaset örneği sergiliyor. Saraya varınca da hükümdarı, Üçüncü Selim’in şehit edildiği odaya yerleştirerek bir nev’i “ölüm” mesajı veriyor.

Padişahın hanımlarından Neş’erek Kadınefendi de darbecilerin korkunç hışmına maruz kalıyor. Hükümdar tahtından indirildiği gün, zorbalar, mücevher sakladığı şüphesiyle hanım sultanı da fena halde hırpalıyorlar. Padişahın gözünün önünde üzerindeki şalı çekerek, ağır hakarette bulunuyorlar. Kadın Efendi, omuzları açık bir halde ve şiddetli bir şekilde yağan yağmurun altında, açık sandalla Boğaz’ı geçiyor ve tabii ki hastalığa yakalanıyor. Darbeciler bu padişah hanımının küpelerine bile göz dikiyorlar, kulak memelerini yırtarak küpelerini alıyorlar.

Darbeciler daha sonra Sultan Abdülaziz’i Fer’iye Sarayı’na naklediyorlar. Burada, içeri soktukları dört kuvvetli pehlivana öldürtüyorlar. İşledikleri bu korkunç cinayeti örtbas etmek için de, padişah bileklerini kendisi keserek intihar etti, yalanına baş vuruyorlar.

Bilindiği üzere, su testisi su yolunca kırıldı. Padişahın kayınbiraderi Çerkez Hasan adındaki subay bu cinayetin intikamını aldı. Şöyle ki, bir akşam Mithat Paşa’nın Bayezid’deki konağını bastı. Başta darbenin bir numaralı temsilcisi Hüseyin Avni Paşa olmak üzere, bu kalkışmada rolü ve payı bulunan herifleri de katletti. Kendisi de askeri mahkemede yargılandıktan sonra idama mahkum oldu. Bayezid meydanındaki bir dut ağacına asıldı. Sultan II. Abdülhamid tahta çıkınca hem bu dut ağacını kestirdi, hem “velinimeti uğrunda canını feda eden” Çerkez Hasan’ın kabrini yaptırdı, hem de Yıldız Sarayı’nın bahçesinde kurdurduğu mahkemede darbecileri yargılattırdı.

Bu olay o zamanli Türk kamuoyunda büyük bir yankı meydana getirdi. Hüseyin Avni Paşa’nın diktatörlüğünü bir kâbus gibi gören halk, Sultan Aziz’in intikamını alan Çerkez Hasan’ı adeta milli kahraman ilan etti. Arkasından şiirler söylendi, ağıtlar yakıldı.

Çerkez Hasan merhumun, Edirnekapı Mezarlığı’ndaki kabrini, rahmetli Mehmed Niyazi Özdemir Bey’le ziyaret etmiştim.

Hâmiş:

Bu vesileyle mahkeme salonunda şehiden vefat eden Muhammed Mursi’ye Allah’tan rahmet niyaz ediyor, darbecilere de cinayetlerinin yanlarına kâr kalmayacağını ayrıca hatırlatıyorum.

#Hüseyin Avni
#Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi
#Mehmed Zahid Kotku
#MEB
5 yıl önce
Darbeci paşa nasıl öldürüldü
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu