|
Sultan Vahdeddin’in Ayasofya’da okuttuğu mevlid

Mabedler içinde kendisinden en fazla söz ettiren ve en büyük heyecanı uyandıran hangisidir diye yöneltilecek bir soruya hiç düşünmeden “Ayasofya!” diyebiliriz. Bu muhteşem mabed daha yapılır yapılmaz ilk heyecanı yaşadı. Bânisi Jüstinyen, binayı gezip de ihtişamına hayran olunca kendini tutamayıp “Seni geçtim ey Süleyman!” diye yüksek sesle bağırdı. Tabii ki, kastettiği Süleyman Aleyhisselam ve onun Kudüs’teki mabedi idi.

Ayasofya ikinci ve daha coşkulu heyecanı İstanbul’un fethiyle birlikte yaşadı. Bin yıldan fazla bir süre kilise olark görev yapan bu tarihi mabed, Fatih Sultan Mehmed sayesinde cami olmanın mutluluğunu yaşadı. Diğer bir ifadeyle söylemek gerekirse 29 Mayıs 1453’de Müslüman oldu. Sonra gelen Osmanlı hükümdarları da Cuma selamlıklarını Fatih’in yadigârı olan Ayasofya’da, diğer adıyla “Cami-i Kebir”de yapmak suretiyle bu tarihi ibadethaneye en büyük mutluluğu tattırdılar.

Ayasofya, son büyük bir heyecanı da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği sırada yaşadı. İzmir, işgalden kurtulunca, Sultan Vahdeddin, şükrane olarak burada mevlid okutturdu. Bu muhteşem mevlid törenine devrin İtalya büyükelçisi de katıldı ve intibalarını hatıratında yayımladı. “Kültür Dünyamızdan Manzaralar” kitabımda yer alan tarihi Ayasofya mevlidini – Ayasofya’nın gündemde olduğu bu günlerde – büyük bir ilgiyle okuyacağınızı tahmin ederek aşağıya alıyorum.

İzmir’in işgali esnasında padişah son derece üzülüyor ve büyük bir endişeye kapılıyor. Saraya feryatnameler geliyor. İlk anda, bu harekete hangi devletin giriştiği bilinmiyor. Padişah gece vakti kâtibini telefonla uyandırarak hemen haber almasını bildiriyor. İşgalin Yunan ordusu tarafından yapıldığı anlaşılıyor. Bunun üzerine padişah, yeni vekiller heyetinin de tayinini bildiren bir hattı hümayun yayınlıyor. Daha sonra genç kumandanların özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesine önayak oluyor.

Felaket bulutlarını bir paratoner gibi üzerine çeken Sultan, İzmir’in Yunanlılardan temizlendiğini haber alınca hayatının en büyük mutluluğunu yaşıyor. Şükran vesilesi olmak üzere Ayasofya’da bir mevlid okutturuyor. Bu dini merasimi devrin İtalya büyükelçisi Pietro Quraoni yakından takip ediyor. Daha sonra “Croquis D’ambassade” adıyla yayınladığı hatıra kitabında da yer alıyor.

Yazar, bu hazin manzarayı göz yaşartıcı tablolar halinde şöyle dile getiriyor:

“Türk ordusu, bir semti alevler içinde yanan İzmir’e girmişti. Yunanistan’la yapılan harp artık sona ermişti. Birden koca şehri umumi bir hayret sardı.

Sultan’ın Ayasofya’da Türk kuvvetlerinin zaferini tes’id (kutlamak) için teberrüken mevlid okutacağı duyulmuştu.

Bu, cidden düşündürücü bir haberdi. Zira Ankara hükümeti Sultan hakkındaki fikrini ona karşı neler tasmim ettiğini artık gizlememekte idi. Ve Sultan kendisini de devirecek olan kuvveti zafere ulaştırdığından ötürü Cenab-ı Hakk’a hamdedilmesini istiyordu.

Tabii bu dini merasim, bu ibadet yalnız Müslümanlara mahsustu. Fakat Ayasofya’yı dolduracak mü’minlerin saflarına karışmak için öyle büyük bir arzu ve meraka kapılmıştım ki, büyük camiye gitmekten kendimi alamadım.

O devirde İslam’ın ibadet şekillerini oldukça iyi kavramıştım, bilirdim. Dış görünüş bakımından bu ibadet hiç de güç yapılır bir şey değildi. Kolaylıkla taklit edebilirdim. Önce başa giyilecek şeyi iyi seçmeliydim. Fes giymek tehlikeli olabilirdi. Biri Türkçe bir şey sorsa şivem bana ihanet edebilirdi. Ama Rusya Müslümanlarının giydikleri ve renkli işlemelerle süslü takkelerden birini başıma geçirirsem tehlike azalabilirdi. Kafkaslar’da vazife gördüğüm için ora Türkleri’nin şivelerini iyi biliyordum.

O yıllarda Rusya’da Çarlığın devrilişinden sonra kurulmuş müstakil Türk devletlerini kızıllar birer ikişer yok etmiş oldukları için, bütün o talihsiz memleketlerden İstanbul’a bir çok insan göç etmiş bulunuyordu. Nitekim o gece Ayasofya’yı dolduranların arasında bunlardan birçoğunu gördüm.

Büyük Camiye vardığım zaman hava kararmış, gece olmuştu. Ayasofya mü’minlerle dolup taşmaktaydı. Büyük iç kapıdan girince hemen loş bir yer seçip bir halının üzerine bağdaş kurdum.

Bence Ayasofya’nın içi insan elinin meydana getirebildiği şeylerin en güzellerinden biridir. Yılların cila vurduğu o kibar renkli sütunların birbirini kovalayışı ve mermerlerin her birinin bir başka türlü göz alışı hiç unutulabilir mi?

O ana kadar Ayasofya gecelerini bilmiyordum. Büyük Camiyi geceleyin hiç ziyaret etmemiştim.

Binlerce kandilden ruha sükun veren tatlı bir ışık dökülüyordu. Kur’an ayetlerinin beyaz harfleri boşluklarda yayılarak, daha da büyüyerek alacakaranlık içinde gözü alıyordu. Şurada burada mozayiklerin altın parıltıları esrarengiz kıvılcımlar saçıyordu. O dev kubbe şimdi daha büyük ve azametli, adeta sonsuz bir hal alıyordu.

Tâ dipten, çok uzaktan âhenkli ve iyi duyulan sesler geliyordu. Mollalar, hafızlar sıra ile Kur’an okuyorlardı.

Mihrabın yanında, bu müminler kalabalığının önünde O, tek başına duruyordu. Başında gri bir kalpak vardı. İçine kırmızı çuha kaplanmış mavimtırak paltosunun yakaları cömertçe açılmıştı.

O, Majeste Altıncı Mehmed… Osmanlıların imparatoru, müminlerin emiri, zıllullahi fi’l arz, krallar kralı, sultanlar sultanı, âlemdeki hüsrevlere taçlar dağıtan ve daha nice ünvanların sahibi Sultan…

Cemaat halinde eda edilen bir İslami ibadet, yani namaz kadar ihtişamlı bir manzara olamaz. Bütün müminler hep beraber secdeye varıp alınlarını yere değdirdikleri anda kumsala gelip parçalanan dalgaların gürültüsü gibi bir ses yükselir…

Bu gece loşluk ve dini olduğu kadar da vatanperverane olan heyecan, mevlidin ruhani ululuğunu bir kat daha arttırıyordu.

Ulemadan bir zat mihrapta birkaç basamak yükseldi. Ben uzaktan onun ancak ak sakalını ve kocaman beyaz sarığını görebiliyordum. Arapça’nın bazan peltek, bazan sert sada verişini Türk dilinin kıvrak âhengi takip ediyordu.

Kulaklarım ara sıra bir kelimeyi fark edebiliyordu. Ama etrafımı saran halkın ne derece kendinden geçmiş ve alevlenmiş bir halde olduğunu hissediyordum. Ve hutbe biter bitmez bu halktan korkunç bir haykırış yükseldi.

Kahrolsun gâvurlar!

Ve şu anda kendimi bilhassa yalnız ve daha da fazla gâvur bulan ben itiraf ederim, hiç utanmadan itiraf ederim ki, ben de tıpkı onlar gibi gırtlağım yırtıla yırtıla haykırdım:

Kahrolsun gâvurlar!

Namaz, mevlit, ayin ve dua bitince sert bir kumanda duyuldu. Birden bire beliren iki dizi jandarma halkı güçlükle ayırdı, dar bir yol açtı. Majeste Sultan Ayasofya’dan ayrılıyordu.

Yanımdan geçerken dikkat ettim:

Başını biraz sağına eğmiş, gözlerini hafifçe yummuş, dua okur gibi bir hali vardı. Dirsekleri hâlâ bükülmüş, avuçları hâlâ kubbeye doğru açıktı.

Yüzü çok sararmıştı.

Üzgün, mahzun ve dalgındı.

İstanbul hâlâ işgal altındaydı…

#Ayasofya
#Osmanlı
#Mabed
4 yıl önce
Sultan Vahdeddin’in Ayasofya’da okuttuğu mevlid
Bahoz Erdal öldü mü, Acun firar etti mi?
Kasko hakkında bir iki söz
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı