Elbette kadim zamanlarda da âlimler göğsümüzün sol yanında sürekli tıp tıp atan, bedenimize ihtiyacı olan kanı pompalayan kalbin bu hayati işlevlerini biliyorlardı. Ama bunun yanında Yaratıcıyla, ruhla, vicdanla, arzu, duygu ve heyecanlarla, niyetlerle, iradeyle, nefs ve kişilikle ilgili bir kalb kavramından da bahsettiler. Geleneksel dünyada, kadim kültürlerde ister organ olarak kalbi her iki görevden de sorumlu tutsunlar, ister organ kalb ile manevi merkez olarak kalbi ayırma yoluna gitsinler
Elbette kadim zamanlarda da âlimler göğsümüzün sol yanında sürekli tıp tıp atan, bedenimize ihtiyacı olan kanı pompalayan kalbin bu hayati işlevlerini biliyorlardı. Ama bunun yanında Yaratıcıyla, ruhla, vicdanla, arzu, duygu ve heyecanlarla, niyetlerle, iradeyle, nefs ve kişilikle ilgili bir kalb kavramından da bahsettiler. Geleneksel dünyada, kadim kültürlerde ister organ olarak kalbi her iki görevden de sorumlu tutsunlar, ister organ kalb ile manevi merkez olarak kalbi ayırma yoluna gitsinler insanlar böyle inanıyorlardı. Kur’an-ı Kerim’deki “kalb” sözcüğü kullanımlarında da bu anlamın sürdüğü görülüyor.
Arapçada, “kalb” kelimesinin ‘değişmek’ fiil kökünden türediğini bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek gibi manalara geldiğini söyleyenlerin yanında, ‘öz, mahz’ anlamına gelen isim kökünden geldiğini ileri süren görüşler de var. Kur’an-ı Kerim’deki kalb ile ilgili ifadeleri inceleyenler, her iki anlamın da kitabımızda ihtiva edildiği kanaatindeler. “Kalb, vahyin iniş yeri; ilahi imtihan kalbde başlıyor ve devam ediyor, nasıl kalb bedenimizin merkezinde yer alıyorsa, manevi hayatımızın merkezinde de benlik idraki ve bilincin ortaya çıktığı manevi özümüz olan bir kalb” var diyorlar. Bunun yanı sıra Kur’an’da kalb, eğrilik ve doğrulukla vasıflanıyor; sağlıklı veya hastalıklı kalpler olduğu bildiriliyor. Bunları ayrıntılarıyla ele alacağız ama önce kalb kavramına Türkçede verilen karşılıkları değerlendirelim.
Türkçemiz muazzam hem Arapça kalb’i ve onunla yakın anlamlı kelimeleri ve Farsça dil’i söz dağarına katmış hem de kalbin karşılığı olarak yürek ve gönül’ü manalarını derinleştirerek sürdürmüş. Düşünürümüz Sait Başer’den aktaralım: “Türk mantalitesi, Arapçadaki ‘kalb’ kelimesinin hem maddi hem manevi merkez yerine kullanılmasına mukabil kendi içinde bu iki merkezi ayırmak ihtiyacı duymuş; ‘yürek’ ve ‘gönül’ diye. Batı dillerinde yok gönül kelimesinin karşılığı. Türk insanı yüreği küçümsememiş tabii. Ona da mecazi anlamlar yüklemiş. Cesaretin şahikasına ‘yüreklilik’ demiş. Amma gönül başka… Gönül apayrı! ‘Kö-’ kökündeki yanmak ve parlamak anlamları sebebiyle bu kökten türettiği ‘köngül’ kelimesine ‘insan içinde yanan Tanrı ocağı’ anlamını vermiş. Bütün hayatının mihengi saymış gönlü. Aşkına karargâh Rabbine mekân diye bilmiş; bilmiş de ‘Bir gönülde iki arslan olmaz’ da deyivermiş. İkiliklerin birlenmesini tavsiye ede gelmiş bilgelerinin diliyle. Yunus, ‘Gönül Çalab’ın tahtı/ Çalap gönüle bahtı/ İki cihan bedbahtı/ Kim gönül yıkar ise’ buyurmuş… Türkçemiz gönül dili, edebiyatımız gönül edebiyatı, şiirimiz gönül vadisinden hiç çıkmaz zaten. Medeniyetimiz toptan bir ‘gönül medeniyeti’ vesselam” (Selam Söyle, s.79-80)…
Yürek kelimesi, gündelik dildeki birçok kullanımda gönül ile özdeş manalar taşıyor ama büyük ihtimal yürümekten gelen bu sözcük, kalp atımlarıyla yürüme benzerliği nedeniyle esasen fiziki kalbin karşılığı gibi... “Yüreğin yetiyorsa çık karşıma!” “Kim sana yürek yedirdi?” deyişlerinde ve yüreklendirmek filinde olduğu gibi cesaret, yüreği ağzına gelmek’te olduğu gibi korku ve tedirginlik manaları daha önde geliyor.
Sait Başer üstadın “içimizdeki manevi öz” manasında kalb’e karşılık gelen gönül tespiti, gayet yerli yerinde. Gönlü çekmek, gönlü kalmak, canı gönülden ifadelerinden ve gönlü ısınmak, gönlü kaymak, gönlü akmak, gönlünü kaptırmak gibi deyimlerden yola çıktığımızda gönlün duyguların yoğunlaştığı sevgi ve arzu kaynağı olduğu anlaşılıyor. Gönlüne yatmak, gönüllü olmak, gönlünü almak, gönül rahatlığı, gönül sözünün duygu ve arzular kadar rıza ve huzur ile de bağlantılı olduğunu gösteriyor. “Gönül bağı”, “gönül birliği” deyişleri, insan ilişkisindeki bağlılıkların çok güçlü duygularla örüldüğü haller için kullanılırken “gönlüne düşmek” özlemle yüklü hatırlamaları anlatıyor. “Gönül ehli” ve “gönül eri” tabirleri ise yine “yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven”, “gönlü zengin”leri ve Yunus Emre’yi, onun “Dostun evi gönüllerdir/ Gönüller yapmaya geldim” ve dahi “Yunus emre der hoca/ Gerekse var bin hacca/ Hepsinden iyice/ Bir gönüle girmektir” beyitlerini aklımıza getiriyor.
Ama dilimizdeki gönül ile ilgili birçok ifade ve deyime baktığımızda daha geniş bir anlam ağıyla karşılaşıyoruz. Öyle ki, Ahmet Turgut, “Akıl, Aşk ve Ötesi” kitabında “gönül” sözcüğünün hissi-duygusal nazarda, kalb kelimesinin ise fikri-imani konularda daha derin açılımlara sahip olduğu kanaatinde. Ona göre “gönlü kararmak”, darlanma ve sıkıntıyı anlatırken “kalbi kararmak”, işin içinde şeytani ve şer güçlerin etkisinin bulunduğunu dile getirmeye çalışıyor. Gönlünü oyalamak, gözü gönlü açılmak, gönül eğlencesi gibi geçici hazların da gönülle ilgili olduğunu belirten ifadeler; gönlü çelinmek, gönül çelen, gönül koymak, gönlüne dokunmak, gönül yarası, gönlü yıkılmak, gönlünden çıkarmak gibi gönlün narinliği ve hassasiyetini dile getiren sözler, Ahmet Turgut’u doğruluyor.