Modern zamanlarda, "doğal" olmaya övgüler yağdıran, "doğal"lığa davet eden bir anlayışa sahibiz. Doğa, "tabiat ana", elbette başımızın tacı ama bu "doğallık" da ne demek oluyor?Doğanın canına okuyan, çevre kirliliğinden, küresel ısınmadan, nükleer tahribattan, canlı türlerinin yok edilmesinden birinci derecede mesul olan modern uygarlığın ferdi olmanın paradoksu... Avını yerken göz yaşlarını tutamayan timsahlara benziyoruz. Modernlik, yalnızca doğayı değil kültürleri de yok ediyor, dünyayı tek biçimli
Modern zamanlarda, "doğal" olmaya övgüler yağdıran, "doğal"lığa davet eden bir anlayışa sahibiz. Doğa, "tabiat ana", elbette başımızın tacı ama bu "doğallık" da ne demek oluyor?
Doğanın canına okuyan, çevre kirliliğinden, küresel ısınmadan, nükleer tahribattan, canlı türlerinin yok edilmesinden birinci derecede mesul olan modern uygarlığın ferdi olmanın paradoksu... Avını yerken göz yaşlarını tutamayan timsahlara benziyoruz. Modernlik, yalnızca doğayı değil kültürleri de yok ediyor, dünyayı tek biçimli bir hale getirmeye çalışıyor. Modernliğin kültür düşmanlığının, diğer kültürleri yok ederek insanlığı kendisine mahkum etmeye çalışmasının da payı var doğalcılığımızda. Doğaya ve doğallığa düşkünlüğümüz, modernliğin kültür katliamlarını görmemize engel oluyor, bu arada hiç fark ettirmeden bizi de suçuna ortak ediyor.
Aslında biraz düşündüğümüzde "doğal" sözünün muhtevasında, öyle tutup göklere çıkaracağımız bir insan ve toplum vaadi olmadığını görürüz. "Doğal" denilen yaşamda insan korkuların egemenliğindedir ve her yönden ciddi bir tehdit altındadır. Doğal durumdaki insan, zor durumda ve korunma ihtiyacı içindedir. İnsanı insan yapan, doğallığı değil kültürüdür. Nasıl insan olduğumuzu, bugün modernlik karşısında ne yapmamız gerektiğini anlayabilmek için kültür üzerine düşünmeliyiz.
Kültür, hayvanların yapamadığı, yalnızca insana özgü olan, insanın doğal halini aşarak eylediği her şeyin toplamıdır. Doğa güçlerini ihtiyaçlarımız ölçüsünde dizginleyebilmek için edindiğimiz bilgi ve potansiyel; aramızdaki ilişkileri, özellikle de ürettiğimiz malların dağılımını düzenlemek için gerekli tüm organizasyonlar kültürdür. İnsan olabilmemizi kültüre, kültürü de doğallıktan gelen arzularımızı, bilhassa, üç dürtüsel arzumuzu bastırabilmeye borçluyuz. Bu üç dürtüsel arzu, kendini koruma, açlık ve cinsellikle ilgilidir. Kültürler, bu arzulara yasaklarla sınırlar koyarak bizi insanlaştırır, toplum haline getirir. Kardeşini öldürmeyeceksin, etini yemeyeceksin, cinsel ilişkilerine bir çeki düzen vereceksin! Cinayeti, yamyamlığı, aile–içi cinsel ilişkiyi yasaklamadan insan toplumu olamazsın!
Kültürün oluşumu için yalnızca yasaklamalar yetmez ayrıca ortak idealler ve eserler meydana getirmek, bunların paylaşılabildiği bir toplumsal ortama sahip olmak lazım gelir. Her kültür, kendi ideallerini ve eserlerini diğer kültürlerle karşılaştırmak, yarıştırmak, toplumun üyelerine o kültüre ait olmaktan dolayı övünç, motivasyon ve tatmin sağlayan bir kimlik vermek için çabalar. Zaten ilk anlam ağı da kültür sayesinde, o topluluğa özgü kimliğin oluşumu sırasında ortaya çıkar. İlk anlam ağını yani topluluğun kimliğinin ana çerçevesini, temel yasakları sağlayan inanışlar, dini fikirler, kendi ideallerini ve eserlerini diğerlerininkinden ayırt etmeye yarayan grup övüncü meydana getirir.
Kutsal alan ve inanışlar, toplum hayatı için vazgeçilmezdir. Onlar sayesinde, doğa güçlerini ve elbette içimizdeki doğayı kötülüklerden arındırma cesareti buluruz. Özellikle ölümle ifadesini bulan kaderin acımasızlığıyla Kutsal aracılığıyla barışırız. Kutsal, bir topluluk halinde yaşamanın insana dayattığı acıları ve yoksunlukları telafi etmek için paha biçilmez imkânlar sunar.
Kurban ibadetinin kutsal içindeki yeri, ilk yasaklara kadar gittiğinden çok muhkemdir. Kurban, ilk sözleşmedeki "insan kardeşini öldürmeyeceksin, etini yemeyeceksin" maddelerinin kültürleşmesi sırasında ortaya çıkan bir kutsallık tezahürüdür. Bu nedenle her din, dahası her kültür, temel inanışında, şu veya bu şekilde, kanlı veya kansız kurban ritüeline yer verir. Kültürler zenginleştikçe, nasıl aile-içi cinsel ilişki yasağı aynı kalıp farklı aile tipleri ortaya çıkmışsa; "insan kardeşini öldürmeyeceksin ve etini yemeyeceksin!" kuralı da karmaşıklaşarak farklı ritüel ve formatlarda devam eder.
Kurban, hayatımızı sürdürmemiz için şart olan yiyeceklerle ilişkimizi kurala bağlar. Bilhassa insan kardeşlerimizi öldürmememiz ve yemememiz gerektiğine dair sözleşmemizi bize hatırlatır. Bundan ayrı olarak, sağladığı imkân ve nimetlerle bize dünya hayatını bağışlayan Yaratıcımız''a karşı teşekkür etme, ona yakınlaşma fırsatı verir. Yaratıcımız''a yakınlaşarak, ona acizliğimizi arz etme, bizi kötülüklerden korumasını dileme imkânı yakalarız.
Şüphesiz, farklı kültürlerde çok farklı kurban anlayış ve yöntemleri var. İnsan kurban edilmesi, bunların en çığırından çıkmış, sapkın hali. Kur''an-ı Kerim"de Vahyin son haline muhatap oldukları düşünen ve Yüce Allah"ın "Kesilen kurbanların etleri ve kanları bana ulaşmaz, fakat sizin takvanız ulaşır" (Hac/37) sözüne inanan Müslümanların, tüm diğer davranışlar gibi, kurban ibadetini de insana en yakışır ve en olgun biçimde ifa etmeleri beklenir.
Kurbanın dünya hayatı, tabiat, canlılar, hayvanlar, kendimiz, insanlığımız, modernlik ve Müslümanların hali pür melali hakkında düşünmemizi çoğaltması dileğiyle bayramınızı kutlarım.