|
Orhan Pamuk

“İlk ve son siyasi romanım” dediği Kar, 2002''de yayınlandığında, Yeni Şafak''ta bir röportajı yayınlanmıştı Orhan Pamuk''un. Röportajı dönemin ''acar'' kültür muhabiri Havva Setanay İlhan yapmıştı. Ben gazetenin kültür editörüydüm ve röportaj için –görece- geç kalmıştık aslında.

Haber bombardımanı kitap yayınlamadan çok önce başlamış, yayınlandıktan sonra da hız kesmeden devam etmişti çünkü. Kitap dünyasının ve medya sektörünün karşılaştığı yeni bir durumdu bu. Edebiyat dünyası ikiye bölünmüş, ''kitaptan önce haber'' yaklaşımının faydalarını zararlarını Orhan Pamuk üzerinden tartışmaktaydı.

Aslında öncesi de vardı. Market raflarında bile satışa sunulduğu için eleştirilen Yeni Hayat''la başlayan bu yeni süreçte yayıncılar hızla sektörleşmiş, medyayla ilişkilerini ilerletmişti. Öyle ki kitaplar matbaaya gitmeden önce kültür editörlerinin önüne gelmeye, kültür habercileri de röportaj sırası alabilmek için kıyasıya mücadele etmeye başlamıştı.

Romanın dikkatlice okunmasını, habercinin iyi hazırlamasını engelleyen zaman darlığına yarış mantığı da eklenince ortaya birbirinin aynı röportajlar, haberler çıkar olmuştu. Sorular da aynıydı, cevaplar da. Hatta başlıklar da. (“Bu roman dindarları kızdıracak” ve türevleri) Eleştiri neredeyse hiç yoktu ve Orhan Pamuk gibi güçlü bir yazarın yazdıkları bile –ki Kar, Pamuk''un en zayıf ve tek gereksiz romanıdır bence- bu tepeden inme kabul nedeniyle tartışılır hale geliyordu.

Burada temel sorun, edebi kamuoyunun oluşma biçimiydi. Böylelikle yazar romanının önüne geçiyor, okura rol veriyor ve okuyacağı romandan ne anlaması gerektiğini buyuruyordu.

Böyle bir ortamda defalarca yapılmış konuşmalardan birini daha yapıp taze habermiş gibi yayınlamak yerine, beklemeyi ve sular durulduktan, okurun roman hakkında fikri oluştuktan sonra konuşulmasının daha iyi olacağını düşündük. Öyle yaptık.

Orhan Pamuk ve Havva Setenay saatlerce konuştular. O uzun konuşmayı düşünce akışını bozmadan süzdükten sonra haberi Orhan Pamuk''un ağzından “Aslında laik Kemalist kadınları kızdırmaktan korktum” başlığıyla verdik.

Orhan Pamuk haberin yayınlandığı gün aradı ve haber için teşekkür etti ama başlığın kendisini rahatsız ettiğini de söyledi. Evet bu başlık, bir ay boyunca atılan başlıkların aksini söylüyordu, roman etrafında oluşan genel havayı dağıtıyordu ama ezberini bozan sorular karşısında Pamuk bunu aynen bu şekilde söylüyordu. Kast ettiği “dindarları yazarak ''meşru''laştırdığı için laik Kemalist kesimin kendisine kızıp küsmesi”nden çekinmesiydi. Bu da zaten röportajın içinde vardı.

“Bu topraklarda 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü” cümlesiyle ilgili haberler, verilmesi gereken tepkileri de öğreten bir yorumla gündeme düştüğünde 2002''de olanları hatırladım. Pamuk''un aynı sorulara muhatap olmanın konforunu bozan kontr sorularla karşılaştığında boş bulunup hesapsız konuşmuş olabileceğini, kendi ağzından çıkan sözden yine en fazla kendisinin rahatsız olacağını düşündüm. Öyle de oldu.

Sonuçta Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Türk yazar olarak hepimizi –kıskanç edebiyatçılar ya da ''ama'' ile başlayan cümleler kurup ödülü içine sindiremediğini söyleyenler hariç- sevince boğan yazar, kurduğu bir cümle nedeniyle hesap etmediği, -bence hak da etmediği- bir tepkiyle karşılaştı. Hakkındaki zannın diri tutulacağı kesin. Yumruklarını sıkıp atacağı yumurtaları şimdiden yedekleyerek yurda dönüşünü bekleyenlerce ödül burnundan gelsin diye uğraşılacağı da.

Reva değildir. Orhan Pamuk iyi bir yazardır ve Nobel edebiyat ödülünü beceremediği bir alanda sarf ettiği bir cümle yüzünden değil, iyi bir edebiyatçı olduğu için almıştır. Helal olsundur.

18 yıl önce
Orhan Pamuk
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle