|
“Romantik emperyalizm”
Paris
'te, 28 Haziran 1919'da,
Versay Barış Antlaşması
imzalanıyor.


Almanya

, on dört küçük merkeze bölünüyor, aslında paramparça ediliyor.



Antlaşmanın ardından her devlet kendi durumunu değerlendiriyor, kar/zarar hesapları yapılıyor ve karşılıklı fikir alışverişi başlıyor.



Britanya

Başbakanı

David Lloyd George

,

Amerika

Başkanı

Woodrow Wilson

'a, bir mektup yazıyor.



Başbakan

George

, mektubunda özetle şunu söylüyor,



“Bu antlaşma metnine bakıyorum da, gelecek bir savaş için, Alman milletinin düşündüğünden daha iyi bir neden düşünemiyorum.”


Fransız

mareşal

Ferdinand Foch

,

Lloyd George

'u, takdis edercesine,

“Bizim yaptığımız barış değildir, en fazla yirmi yıl sürecek bir ateşkestir”

diyor.





İşin sonunu biliyorsunuz.



Versay

, insanlığın gördüğü en kanlı savaşı tetikleyen, barışırken daha büyük bir savaşın fitilini ateşleyen antlaşma olarak tarihteki yerini alıyor.



Hitler

,

Fransız

mareşalini ve

İngiliz

başbakanını haklı çıkarıyor,

“Versay, ancak bir savaşla yıkılabilir!”

diyor ve yıkıyor da.





Benim okuduğum tarih

“his bekçisi”

yetiştirmektense

“akıl hocasına”

danışmanın daha mantıklı olduğunu söylüyor.



Versay

'ın, yirmi yıllık ateşkes olduğunu söyleyenler,

Sykes-Picot Antlaşması'nın

da yüz yıl süreceğini hesaplayanlardır.



O halde, konumuz ve sorumuz şudur;



“Bugün, Sykes-Picot Antlaşması'nı, yazanlar mı bozdu, yoksa bu antlaşmayla kaderi yazılanlar mı?”


Bir başka deyişle, haritanın değişmesine, haritayı çizenler mi karar verdi, haritası çizilenler mi?



Bu soru cevaplanmadan, haritası çizilen bizler, bir adım yol alamayacağız, bunun bilinmesini isterim.



Doksan üç yaşındaki

Kissinger,
Moskova

'ya,

Putin

'in ayağına gönderiliyorsa, yeni dünya düzeninin ayrıntılarını tartışmak için gönderiliyordur.



Ana mesele, büyük oranda karara bağlanmış demektir.





Şimdi,

“Amerika, Suriye'ye, müdahale etmek için daha neyi bekliyor?”

diye sorsam,

“Yandaş basının Amerika aşkı depreşti”

safsatasıyla yüzleşeceğim kesin.



Olsun, yine de soruyorum,

“Amerika, Suriye'ye, müdahale etmek için neyi bekliyor?”


Hiçbir şeyi, çünkü

Amerika

,

Suriye

'ye, zaten müdahale etmeyecek.



Çünkü

Amerika

, zorba

“emperyalizmden”

,

“romantik emperyalizme”

geçişin diplomasisini dokuyor.



Cenevre

görüşmelerinden, ikinci

Versay

çıkacağını bilmiyor mu, pekala biliyor.



Cenevre

görüşmelerinin sonucu ne olursa olsun, yeni savaşlara zemin hazırlayacağını bilmiyor mu, onu da biliyor.



Türkiye

'ye,

Almanya

'yı,

İran

'a da,

Rusya

'yı, bekçi tayin ediyor, ara sıra mahalle esnafını ziyaret edip, kendisine uzatılacak zarfın miktarını belirlemeyi de kendine hak görüyor.





Kabul etseniz de etmeseniz de şimdilik tablo bu.



“Peki, Türkiye'nin tutumu ne olacak?”

derseniz, bana göre olması gerekenlerle, olması mümkün olanlar arasında bir tercih yapılacak, ya da yapmalıdır.



Cenevre

görüşmelerinin sonuçları, yeni savaşların sebebi olacaktır ama tek başına

Türkiye

için asla savaş sebebi olmamalıdır.



Versay

'ı, kabul etmeyen

Almanya

, kendi akrabaları tarafından dövülmüştür, sonra da tedavi ettirilmiştir.



Fakat

Sykes-Picot

'yu, kabul etmeyen

Türkiye

, eloğlu tarafından dövülmeye çalışılmaktadır ve muhtemelen de ölüme terk edilecektir.





Türkiye

, her şeyin karışıkmış gibi göründüğü ama su kadar da berrak olduğu şu ortamda, sınırlarına ve meşru haklarına sahip çıkmalıdır.



Türkiye

'nin, müttefikleri tarafından da korkutulmaya çalışıldığı doğrudur.



Türkiye

'nin, bu süreci sağ salim atlatması için

Rusya

'dan korkmadığını,

NATO

'dan, korkar gibi yaptığını hissettirmesi en akılcı yoldur.



En azından,

Amerika

'nın, denediği

“romantik emperyalizmin”

sonuçlarını görene kadar böyle davranması daha doğrudur.



Kısaca şunu demeye çalışıyorum;



“Çağın çanını susturamıyorsan, kulaklarını kapatacaksın…”

#romantik emperyalizm
#Versay Barış Antlaşması
#Sykes-Picot Antlaşması
#nato
8 yıl önce
“Romantik emperyalizm”
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık