|
Durum hikâyesi…

Kar yağmadı, bu seneki en büyük derdim bu, kar yağmadı mı eksik kalıyorum, suyunu çekmemiş, tavında civlenmemiş, yaprak açmaya üşenen gürgen ağaçları gibi hissediyorum kendimi, ne yaşadık, nasıl yaşadık, bahara nereden vardık, kaç rüzgar dokundu saçlarımıza, hiçbir şey anlamadım, aynaya da bakmasam kimsenin yüzünü göreceğim yok.



Bir sabah kalkıp Hacca gitmeye karar vereceğim, en sonunda yapacağım bunu, öyle görünüyor, ufak tefek arızalar dışında “bırakacağım bu işleri” diyeceğim çok bir şey de yok zaten Hacca gitmek için bırakacağı ufak tefek şeyleri olmalı insanın, hep öyle yürüdü bizimkiler Hacca, ufak tefek şeyleri bıraktılar, öyle gittiler, sonra ne yaptılar, nasıl oldu, ne kadar oldu, herhangi bir malumatım yok.

Şimdi ben diyorum ki, tövbe ettiğin günah, hala etrafında dolaşıyorsa, etrafı kurtarmayı bırak, başının çaresine bak, ne mutlu başının çaresine bakan adamlara, ne mutlu, başkasının başının çaresine bakıyormuş gibi yapıp kendi başını yakan adamları fark eden adamlara, ne mutlu…

Yarım kalan kitaplar mevzusunu biliyorsunuz, daha önce bahsetmiştim, o iş de aynı şekilde devam ediyor, yeni yeni yarım bıraktığım kitaplar var, bir kenarda birikiyorlar, yayınevlerinden gelenlere en sonunda bakıyorum, ne yalan söyleyeyim, parasını verip almadığım kitaba ikinci sınıf muamelesi yapıyorum, yazanına, basanına, gönderenine saygım büyük, Allah razı olsun onlardan, beni kitapsız bırakmıyorlar ama ben yemek sırasına, Hac sırasına, maç sırasına, Cuma abdesti sırasına, küçük kızımı sevme sırasına girer gibi kitap sırasına girenlerdenim, yolunu gözlediğim şeyin yoluna düşenlerdenim.

Kilo konusunda da sorunlarım devam ediyor, bir değişiklik yok, ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde şişman olduğumu düşünüp, doğrulunca ‘abartma oğlum işine gücüne bak’ diyorum, eğilip doğrulma mesafesinde ‘yaşadığım demokrasi’…Eğiliyorum başka, doğruluyorum başka, özgürlük var gövdemden müteşekkil vatanımda, uzun zamandır bu böyle, beynim kalbimle dalga geçiyor, kalbim de beynime laf sokup duruyor, alıştım kerataların kavgasına, hangisinin ölümü daha erken gerçekleşecek, onu merak ediyorum, gerçi sağlık konusunda ‘el yordamı/göz kararı’ diye bir tekniğim var benim, gövdemde olanı biteni görüyorsam, dokunabiliyorsam her yanıma, her şey tamamsa, görevimi yapmışım hissine kapılıyorum, içeride ne olduğu beni pek ilgilendirmiyor, sinsi işleri sevmem, koynunda aşağılık bir yılan gibi büyümüş ur ile neyi konuşacaksın, ne anlatacaksın?... Güzel Allah’ım, hastalığın da delikanlı olanı versin, çıksın sahibinin karşına, dikilsin, “Yeter, buraya kadar, hesabı kapat, teyemmümünü al, yola çıkıyoruz” desin, böyle olsun, acının onurlu hüznünü yaşama fırsatı versin hepimize yüce Mevlam…

Geçen akşam eve dönüyorum, bizim ulaştırmada Volkan var, o bırakıyor, Volkan da Elazığlı, karayağız, efendi bir delikanlı, sanırım Ülkücü, vatan/millet konularında çok hassas, arabesk müzik çalan radyoları dinliyor, radyo da açık, o ara bir parça anons edildi, Volkan bana doğru dönmeden, “Hocam, gelmez böylesi bir daha, asla gelmez” dedi, sonra devam etti “Rahmetliyi kaybedeli beş yıl oldu, 3 Mart’ta gittim mezarına, okudum duamı, sadece geçen yıl gidemedim, her 3 Mart’ta mezarının başındayım Müslüm babanın, çok özlüyorum çok, anlatamam…”

Çağlayan’dan köprüye doğru geliyoruz, gecenin bir yarısı, trafik yok, siyaha bulaşmış sarı bozması ışık seli altında ilerliyoruz, ben TVNET’e gelmeden önce bir arkadaş vardı, böyle gecelerde arabasına biniyordu, orijinal de bir arabaydı, yanına birini oturtuyordu, sohbet muhabbet bir program çekiyordu, bir akşam konuğuyla beraber muz yemişlerdi, o arkadaş geldi aklıma, Erzurum’da, askerlik yaparken, asker öğretmendim, 5 lira borç istemişti köylünün biri, o geldi aklıma, geçen hafta çarşamba günü yediğim muhteşem tostun tadı geldi aklıma, Kütahyalı ressam Ahmet Yakuboğlu’nun tablolarından fışkıran bahar kokusu geldi aklıma ama Müslüm Gürses gelmedi, Volkan, “Gelmez bir daha böylesi” dediği halde Müslüm Gürses gelmedi aklıma…

Sonra Bursa asfaltındaki o istasyonda çalıştığım günlerden kalma, sarı kapaklı bir Müslüm Gürses kaseti geldi ama aklıma, hem aklıma, hem damağıma, ”Bu sevdanın adı acılı sevda…”

Neyse, böyle işte, büyük meselelerin gölgesinde hakikatin o gürlek narasını duymaya başladığımda, içine girip kaybolduğum mağaramın kapısını açtım size, bu cumartesiyi de ‘aklıma gelenlerin’ rengine boyadım izninizle, nasıldı Özdemir Asaf’ın o dizesi, “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” diyordu, öyle diyordu değil mi?..

#Müslüm Gürses
6 лет назад
Durum hikâyesi…
Salgın bittiğinde hep birlikte ayakta kalabilmenin yolunu aramak
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü