|
Dağlarda çoban kalmadı ama biz çobansız başarı hikayesi yazamıyoruz!

Hadi itiraf edelim biz en çok çoban vidyoları seyretmeyi, seyrettiğimiz o vidyodaki “arif insanı” birbirimize anlatmayı seviyoruz.

Köyünden hiç dışarı çıkmamış bir çoban çocuğun “Köy iyidir, çiçek açar mutlu olursun” cümlesini “sen hiç değişme çocuk” diye birbirimize, en çok da içimizdeki mızmız ve mıymıntı çocuğa işittiriyoruz.

Çobanları, dağları bekleyen bekçiler niyetine seviyor, siyasi liderlerimizi bile “Çoban Sülü” yaparak kendimize yakın eğliyor, Erzincan’ın bağrından kopup ABD’de ürettiği yoğurda Chobani (Çobani) adını veren müteşebbislerimizle gurur duyuyoruz.

Ekonominin ne kadar iyi olduğunu, herkesin karnının esasında ne kadar tok olduğuna misal getirmek için 3 bin lira aylık ile çoban aranıyor ilanlarını her vesile ile dilimize doluyoruz. Sanki herkes çoban olabilirmiş, sanki çobanlık 12 ay süren sosyal güvencesi mükemmel, yediğin önünde yemediğin arkanda muhteşem bir “meslek” imiş gibi...

Çobanları seviyoruz, orada uzakta durdukları zaman. Dağları bekleyip hayvanları itina ile büyütürken ama ne kadar itinalı olduklarını da belgeleyip, müteşebbis belediyeler eliyle “sürü yönetme sertifikalar”ı verdiğimiz zaman.

Çobanları seviyoruz, sanki onlar tarım toplumunun bütün sıkıntılarının sıfır çarpanı, erdemlerin kadim temsilcisi, geçmişi bugüne teyelleyen zamansız insanlarmış gibi, modern hayatın bütün yükünden bizi kurtaracak metaforlar/kıssalar olarak öylece hayatımızın bir yerinde istediğimiz zaman çağırabileceğimiz hikayeler olarak dursun istiyoruz.

Çobanlar fıkralarda bile basiret timsali olarak karşımıza çıktıkça, onları bir imaj olarak daha çok seviyor, şehirden uzaklaştıkça, kişiye özel bilgeler olarak yolumuza aniden çobanlar çıksın istiyoruz.

İster youtube’da türkü söylerken rastlayalım onlara isterse bir fıkranın uzmanı aşağılayan satırlarında... Durup tekrar tekrar seyrediyor, tekrar tekrar okuyoruz. Çobanların hepimiz adına hiç erişilemeyecek mevkilere her türlü postayı koyma hakları her daim varmış ve kimse onların elinden bu hakkı alamazmış gibi, geçmiş ve gelecek umudu yüklüyoruz imaj olarak aşina olup da esasen hiç tanışmadığımız çobanlara.

Olay herhalde İsviçre Alpleri’nde geçen bir olaydır ama biz onu da seviyoruz. Hani bir adam iniyor lüks jipinden. Bedenini dünyaca ünlü markalarla donatmış bir adam. Sürüsünü otlatmakta olan adama bakıp “Hey çoban” diyor “sana kaç tane koyunun olduğunu söyleyeyim. Bak doğru cevabı bilirsem bir koyununu alırım.”

“Tamam” diyor çoban. Tamam demeyip ne yapacak karşısındaki şık giyimli zengin adam bilgisini göstermek istemektedir. O halde illa gösterecektir. İtiraz etmenin bir anlamı yoktur.

Çobanın tamam demesini beklemeden analizlere başlamıştır, şık giyimli şehirli zengin adam. Sayfalarca veri indirir cep telefonuna. Tablolar, rakamlar.

Sonunda kendinden gayet emin bir şekilde “1600 koyunun var. Doğru mu?” “Doğru.”

Çobana hiç sormadan hemen bir koyun yükler jipine şehirli, zengin, marka adam.

Çoban hayvanından ayrılmaya razı değildir. “Ben de” der adama “senin mesleğini bilirsem hayvanımı alabilir miyim?”

Şehirli şık adam mesleğini çobanın bilemeyeceğinden gayet emin “Elbette” der. “Sen” der çoban “Dünya Bankası’nda danışmansın.”

“Evet doğru. Fakat bunu nasıl tek bir seferde bilebildin!”

“Çok kolay” der çoban “davet edilmediğin bir yere geldin, zaten benim bildiğim bir bilgi karşılığında sürümden bir hayvanı aldın, üstelik yaptığın işi de bilmiyorsun. Koyun diye köpeğimi aldın.”

Niye mi sizi bunca “çobanlı” satıra muhatap ettim.

Geçen hafta üniversite birincileri açıklandı.

Haberlerin dili “hikayesi olan kazanıyor” mantığında gelişiyor. Medya mensupları başarının, değil başarının ardındaki hikayenin, hikayenin değil hikayenin öznesinin hayat tarzı üzerinden gitmeyi tercih ediyor.

Son yıllarda “çobandı birinci oldu” haberlerine çok sık rastlamaya başladık. Bir kaç yıl önceydi bu “çobandı birinci oldu” haberlerinden birinin peşine düştüm. Haberin öznesi olan çocuğun birkaç hayvanın başında fotoğrafı çekilmiş. Haberi didikledikçe ailenin esasında şehirde yaşadığını, yaz tatillerinde köye geldiğini bu esnada haberin öznesi olan çocuğun da bazen hayvanların güdülmesine yardımcı olduğunu anladım.

Fakat o sıra bu olayla ilgili yazı yazmak istemedim. Çünkü birinci olmuş bir çocuğun yalan bir haberin öznesi yapılmasını nazara vermiş olacaktım.

Birkaç gün önce yine “En birinci çoban” haberi yapıldı. Ne hikmetse çobanların sınav kazanması ahaliye pek bir iyi geliyor. Umuda maya, hayal kırıklıklarına deva, şehirden kaçmak isteyenlere mihmandar bir başlık, çoban çocukların LGS’lerde, üniversite sınavlarında birinci olması.

“En birinci çoban” haberleri hepimize iyi geliyor. Çünkü bu haberler, olduğumuz yerden gitme arzumuzu, “orada bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şarkısının bilincimizin derinliklerinde yankılanmaya devam etmesini sağlıyor.

Sonradan “yalan haber olduğuna” dair tartışmaların yaşandığı YKS birincisi Çoban haberi ile ilgili olarak gazeteci Ürün Dirier sosyal medya hesabından şöyle dedi:

Neden hep köy çocukları çobanlar birinci oluyor? Doğayla büyüyen, doğal gıdayla beslenen mutlu çocuk ile apartmanlara, telefon ekranlarına hapsedilmiş, ailesinin kazanma baskısıyla ezdiği şehir çocuğu hiç bir olur mu? Tabii ki çoban kazanacak.
#YksBirincisiÇobanEmrePolat

Ah keşke. Keşke sevgili Ürün Dirier’in dediği gibi olsaydı. Doğayla büyüyen doğal gıda ile beslenen “o mutlu çoban çocuklar” olsaydı. Dağ yollarında bilumum paket gıdalar, köy bakkalında şehirden gelen yumurta ve peynir, margarin satılıyor.

Keyfinizi kaçırmak istemem ama o mutlu çoban haberleri ile mesuliyetimizden kaçtığımız için bu kadar şenleniyor yüreğimiz. Hep, “onların durumu bizden daha iyi” sorumsuzluğuna sığınmak için...

#YKS
5 yıl önce
Dağlarda çoban kalmadı ama biz çobansız başarı hikayesi yazamıyoruz!
Geç kaldık cinayet saatine!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü