|
Tarihçiler görev başına

Türkiye, ''irtica'' konusunu bir roman vesilesiyle yeniden tartışıyor. Ahmet Altan''ın ''İsyan günlerinde aşk'' adlı yeni çıkan romanı tarihî bir teze yeni gözle bakmayı sağlıyor. ''Resmî tarih'' tarafından "İlk irticâî ayaklanma" damgasını yemiş olan "31 Mart Olayı", Ahmet Altan''a göre, ''irtica'' ile ilişkisi bulunmayan, Cumhuriyet döneminde ve günümüzde etkileri hissedilen bir ''askerî ayaklanma''dır...

Daha roman çıkmadan başlayan tartışmalar, bize, Ahmet Altan''ın romanlaştırdığı tezin tarihçiler ve tarih meraklıları tarafından çoktandır bilindiğini gösterdi. İsyana İstanbul''daki askerî birliklerin seyirci kalışı, Selânik''teki Hareket Ordusu''nun gecikmeli müdahalesi hep bir planla irtibatlıymış. Planın başarılı olduğu, siyasî ve sosyal hayatımızda derin izler bırakmış bir olayın bugüne kadar ciddi biçimde sorgulanmayışından anlaşılıyor.

Menemen''de meydana gelen "Kubilay Olayı" ve "Şeyh Said isyanı" ile birlikte tarihimizin bugünleri hazırlayan belli başlı dönüm noktalarından biridir "31 Mart Olayı".... Bu üç olayı tarihin sayfalarından sildiğiniz veya yeni bir açıdan mercek altına alınmalarına itiraz etmediğiniz taktirde, tarihi yeni baştan yazmanız gerekebilecektir. Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denemelerinin akamete uğraması, DP''yi deviren 27 Mayıs darbesi, hatta şu yakınlarda yaşanan 28 Şubat, gerekçe olarak, 31 Mart, Kubilay ve Şeyh Sait isyanı olaylarının ''resmî tarih''in aktardığı biçimde kabulüne dayanıyor.

Tarihçilerin susması, konuşanların ise açıkça veya tevil yoluyla tasdiki, Ahmet Altan''ın maharetle işlediği "31 Mart Olayı" ile ilgili ''asker ayaklanması'' tezinin gerçeği yansıttığına işaret ediyor. Anlıyoruz ki, "Gericilik ayaklanması" olarak yansıtılan 31 Mart, aslında, sistem üzerinde ağırlık kazanmak isteyen İttihatçı subayların bir planıymış. Onları izleyenler de, olayın ''irtica'' ile irtibatlanması sebebiyle, 31 Mart''ı, her istediklerinde aynı sonucu almak için, gerekçe olarak kullanmışlar...

"Kubilay Olayı" olarak tarihe geçmiş Menemen''deki talihsiz olayda da, tarih açısından yeniden ele alınmayı bekleyen yönler az değil. İlk önce ''sıradan'' biçimde gazetelere yansıyan, ancak iç siyasette kullanma değeri keşfedilince ''irticâî ayaklanma'' olarak yansıtılması kararlaştırılan bir olaydı Menemen''de başı kesilerek öldürülen Kubilay olayı... Menemen''le irtibatsız beş kişilik bir esrarkeş takımı, sabahın köründe, kafaları dumanlıyken câmi basarlar. Kendilerini teslim almaya gelen askerlerin başındaki yedek teğmen Kubilay''ı, önce topuğundan yaralar ve sonra da başını bağ bıçağıyla keserler... Her yıl Aralık ayı sonlarında hatırlatılan ''Kubilay Olayı'' özetle budur... (Konu, Timaş Yayınları tarafından yeni baskısı yapılmış "Taha Kıvanç''ın not defteri" adlı kitabımda, s. 171-174, tanıklıklarla işlenmektedir.)

Esrarkeş beşliden birine, hiç ilgisi olmadığı halde, ''Şeyh'' sıfatının yakıştırılması, beşinin birden ''Nakşî'' hale getirilmesi ve olay yüzünden Şeyh Esat Efendi nâmıyla maruf İstanbullu bir hoca ile 200 kadar müridinin Menemen''e getirilmesi, Ahmet Altan sayesinde "31 Mart Olayı" ile ilgili öğrendiklerimizden sonra kolayca anlayabiliyoruz, bir plan gereğidir. Olayın, Serbest Fırka''nın kapanmasından bir ay sonra bu biçimde takdiminin bir anlamı olsa gerek...

31 Mart ve Kubilay tarihçilerin nihâî sözü söylemeleri gereken iki olay; son 100 yıl içerisinde meydana geldikleri için, ne kadar tahrip ve tahrif edilmeye çalışılırsa çalışılsın, belge ve bilgilere ulaşılması o kadar zor olmayan olaylar bunlar... 31 Mart konusunda neredeyse kesinleşen ''tertipli bir plan'' olduğu tezi doğruysa ve Kubilay Olayı da sıradan bir âsâyiş vak''asının siyasî amaçla ''irticâî kalkışma'' olarak yansıtılması ise, bu iki tez, bugünle ilgili değerlendirmelere de yeniden yaklaşılmasını zorunlu kılar...

Genelkurmay başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu''nun, geçen hafta, İzmir''de, bir soruya, "İrticâın ortada görünmemesi sizi yanıltmasın, sinmiş görünür, ama ortaya çıkmak için uygun bir vakit beklemektedir" anlamına gelen bir cevapla mukabele etmesi, 31 Mart ve Kubilay olaylarının ''resmî tarih'' tarafından yansıtılmasıyla ilişkili bir kabule dayanmaktadır. Eğer, o kabule kaynaklık eden olaylar yansıtıldığından farklı ise, tespit de yanlış olacaktır. ''İrticâ'' geçmişte ayaklanmadıysa, toplum olarak, "İrticâ ayaklanabilir" diye kâbus görmenin bir âlemi elbette yoktur.

Türkiye''nin içinden geçtiği süreçte kendi halkından endişe duymamaya ihtiyacı var. Galiba görev tarihçilere düşüyor...

23 yıl önce
Tarihçiler görev başına
Gerçekçi tercih!
FED’in iştahsızlığı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı