|
Avrupa"ya ayıp olduğu da nereden çıktı?

DGM Savcısı''nın gecenin bir vakti, Merve Kavakçı''nın kapısına dayanarak tahakkuk ettirmeye çalıştığı şeyin, insanlığın hukuk diye bildiği hiçbir kaide ile bağdaşmadığnda; ve o şey her ne ise benzerine ancak dünyadan tecrit edilmiş ülkelerin, gözü dönmüş rejimlerinde rastlanabileceği hususunda üç aşağı beş yukarı hemfikir gibiyiz. Sistemin hakkını yememeye çalışanların fikrince bile, ''muhatabı hak ediyor olsa da'' o gece olanlar Türkiye''ye yakışmamaktaydı.

Zaten, bu işlerde yani usül ve iddia konularında pek muvaffak olamayan ve çoğu kez kendisini de güç durumlarda bırakan savcının o gece yaptığı, epeyidir kendine ait olan hukuksuzluk rekorunu yenilemekten ibaretti. Devlet içindeki o meşhur kanatlardan birisinin, kuvvetle muhtemel 28 Şubat''ın şimdi bir köşeye atılmış ve kabaca "şahinler" diyebileceğimiz kadrosunun denetlediği kanadın tazyikiyle bir operasyona girişmişti. O kanat da bu işlemle savcı üzerinden bir güç gösterisi yapıyor olmalıydı. (Sonra ikinci raund da gelecekti...Kışlalı suikasti) Ne var ki, ''devletin yüzeydeki kısmı'' yani Cumhurbaşkanı ve Başbakan aynı fikri paylaşmamamakta, irtica ile mücadelede en azından şimdilik "güvercin" kanadı ile uçmaktaydılar. Öyle olduğu için, baskın sabahı Ankara''da güvercinlerden şahinlere "Fazla ileri gittiniz, bu kadar da olmaz" tarzında mesajlar uçurulmuştu. Sonuçta, şahinler bu raundu kaybetmiş ve bu gibi durumlarda hep olduğu gibi, sürünün önünde giden şahinin kanatları da yolunuvermişti. Sabah kalktığında bugüne kadar yaptığı her şeyi alkışlayan gazetelerin kendi aleyhine döndüğünü görünce kimbilir nasıl şaşırmıştı. Şaşırmıştı zira; büyük bir ihtimalle kendisine işin bu safhasına ilişkin bilgi verilmemişti.

Ortada bir savcı, bir mağdure, bir derin devlet, bir de yüzey devlet vardı...

Peki!... Avrupa bu işin neresindeydi ki her şey olup bittikten sonra, en çok "Avrupa''ya ayıp oluyor" lafını duymuştuk?

Avrupa''ya; Türkiye''de İslami gelişme ezildiği için mi, mağdure halk oyuyla seçilmiş bir milletvekili olduğundan dolayı yaşanan demokrasi ihlali için mi, yoksa gündüzler çuvala girmediğine göre devletin işlerini gece görerek paçalardan sızdırdığı adli takibat çağdaş normlarla uyuşmadığı için mi ayıp etmiştik?

Olsa olsa bunlardan üçüncüsüydü, üstelik o bile fazla görünüyordu.

Şunları biliyorduk... Avrupa Birliği üyeliğe kabul edeceği bir ülkenin önüne, çoğu kez gerçekte ne istendiği bazen 20-25 yıl tarif edilemeyen bir "demokrasi, hukuk devleti, düşünce ve ifade özgürlüğü, insan hakları" paketi koyuyordu. Bu paket, üyelik için olmazsa olmaz şartları içeriyordu ancak, şimdi ortada küçük bir ayrıntı bulunuyordu. Üyelik yolunda, bize ilk kez iki hafta önce havuç gösteren Avrupa için, Türkiye''de İslam ve İslamcılar''ın sosyo-politik çıkarları adına talep edilen irili ufaklı herhangi bir hak demokrasi ve ifade özgürlüğü başlığı altında yer almamaktaydı. Avrupa sözgelimi, insan hakları derneklerinin üyelerinin uğradıkları takibatların durdurulması, PKK liderinin idam edilmesinin önlenmesi ya da DGM''lerin yargılama usüllerine itirazıyla, Türkiye''den talep ettiği demokratikleşmeyi örnekleyebilmekteydi. Ancak, ne İslamcı-demokrat bir partinin kapatılması, ne bu kamptaki politikacıların yasaklanması ve ne de İslam kimliğiyle tanımlanan kuruluş ve sosyal örgütlere yönelik baskılar hiçbir AB organının Türkiye ile ilgili raporunda yer bulamamaktaydı. Türkiye''ye bu alandaki hukuk ve demokrasi ihlallerine son verilmesi tavsiye edilmemekteydi.

Tersine, Batı için her türü fundamentalizmin bir ünitesi olan İslam''ın hem siyasal hem de sosyal planda geriletilmesi Türkiye''nin AB üyeliğine kabulünün temel bir kriteri gibiydi. Hatta ''gibi''si de fazlaydı. Türkiye''ye bu konuda demokrat olma hakkı tanınmamakta, İslam''ın kamuda ve hatta kamusal alanda elde edeceği mevziler, Türkiye üye olsa da olmasa da Birleşik Avrupa idaeline yönelik bir tehdit olarak kabul edilmekteydi.

Belli ki, ''Avrupa''ya ayıp oluyor'' lafı daha çok Kavakçı''ya insaf etmenin bahanesi olarak gelişmişti. Sadece bir bahane zira; baskın utanç vericiydi ama Kavakçı da nihayet rejimin temel niteliklerine yönelik bulunmuz bir tehditti. Savcı abarttı diye böyle kullanışlı bir tehdidin elden çıkarılması düşünülemezdi. AB üyeliğinin gündemde oluşu, savcının berbat ettiği bir çuval inciri tez elden ortadan kaldırabilmek için ''Batıcı olmayan laikler''in bile işine gelmişti. Başka ne denilebilirdi ki? "Tam da benzine yeni zam yapıldığı sırada savcının yaptığı bu baskın çok yanlış olmuştur" mu? Tabii ki, Avrupa Birliği ile ilişkiler bahane edilecekti.

Durum şuydu. İslamcılar''ın içeride pazarlık yapabilecekleri yetkili bir merci görünmemekteydi. Ancak, umutlar Avrupa''nın Türkiye üzerindeki demokrasi beklentisiyle paralelleşme sürecine giriyorsa, hakikatin baskından sonra medyaya yansıyan bahar havası ile uyuşmadığını bilmek gerekirdi.

25 yıl önce
Avrupa"ya ayıp olduğu da nereden çıktı?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle