|
“Şerefede şarkı söyleyen müezzin”!

Hatırlayınız; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edilen “1000 Temel Eser”de yer alan bazı çeviri hataları üzerine birileri bir şeyler “çevirmeye” başlamıştı.

Baştan belirteyim; anılan kitapların bazı çevirilerinde gerçekten bir işgüzarlık yapılmıştı.

Örneğin; Pinokyo''nun babası Gephetto''nun ismi ''Galip Dede''; Heidi''nin dedesi Alm''in ismi ''Alp'' olarak yazılmıştı.

Keza, Pinokyo''nun 77. sayfasında “Benim elim değil / Fadime anamın eli / El benden sebebi Allah''tan / Okumak benden, şifa Allah''tan / Elemtere fiş, kem gözlere şiş / Bir daha nazar değmez inşallah..” gibi bir cümle bile vardı.

İşte bunun adı çeviri değil, düpedüz işgüzarlıktır, laubaliliktir, hatta daha ileri gidelim terbiyesizliktir.

Bir Fransız, örneğin Mesnevi''yi çevirdiğinde, Mevlana Celalettin Rumi''yi kalkıp ''Maerollo Charles Romy'' yapabilir mi?

Ya da bir İngiliz, büyük müfessirlerimizden Kenan Doğulu''nun terennüm eylediği özbeöz(!) Türkçe bir kelime olan ''Çakkıdı''yı ''Chaccıdhı'' diye çevirme hakkına sahip olabilir mi?!

Evet, 1000 Temel Eser''de yer alan kitapların bazı çevirilerinde işgüzarlık vardı; ancak Radikal gazetesi ile bazı yazarların yaptığının adı da, lafı hiç çevirmeden söylersek, bir başka tür işgüzarlıktı.

Örneğin; Radikal gazetesinin eleştirdiği çeviri cümleleri şöyleydi:

Pinokyo''nun 39. sayfasında “Allah sizden razı olsun..” deniliyormuş.

Eminim ki, çevrilen kitapta “Tanrı sizden razı olsun..” ya da “Ben senin Allah''ına inanmıyorum..” diye yazsaydı, bunun “radikal dinci(!) bir çeviri olduğu belirtilmeyecekti.

Tercüme yapılırken “Haydi Heidi hep beraber Telli Baba''ya gidip dua edelim ya da Anıtkabir''e gidip Atamıza şikayet edelim..” diye yazsaydı, gazeteye hak verecektim!.

Evet, mesele şudur: “Allah”, “dua” gibi kelimeler, bazılarının bilinçaltında ''yobazlık'' nişanesi olarak görülüyor ve bu beni kahrediyor.

Unutuyordum..

Bizim “müçtehid-i azam”ımızdan(!) Özdemir İnce, Coelho''nun yazdığı Simyacı isimli kitabı ''Türkçe''ye aynen şöyle çevirmişti:

Kitaptaki ''müezzin'', İnce''nin çevirisinde ''yüksek kulelere çıkıp şarkı okuyan adam”; “minare” ise “kule” olmuştu.

Hatta “ezan”, “şarkı” olmuş; “Kur''an” ise “ağıt” diye çevrilmişti.

Hayır; kitabın orijinalinde “cami” sözcüğü geçmiyordu.

“Toplanma yeri” anlamına gelen bu sözcük geçse idi, inanıyorum ki Özdemir İnce bu kelimeyi, İngilizce “toplanma, buluşma” anlamına gelen “meet” sözcüğünden hareketle “meeting (miting) alanı” diye çevirecekti.

(Zaten dilbilgisi o kadar zayıf ki “Başbakan”ı da, evirip çevirip “İmam” olarak tercüme ediyor!)

Şimdi gelelim bu yazının yazılmasına vesile olan konuya..

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, bir törende yapmış olduğu konuşmada “Ani harabeleri”nden bahsederken “Ani”yi “anı” yapmış, harabeyi de “ören yeri” olarak tercüme etmişti.

Sıkı bir entelektüel ve samimi bir devlet adamı olan Atilla Koç''u ayrıca icraat noktasında da çok başarılı bulan biri olarak, Atilla Koç''un bahsi geçen sözcüğü değiştirmesini hiç olumlu bulmadım.

Tamam, “harabe”nin “ören yeri” olarak değiştirilmesi yerindedir hatta gereklidir.

Çünkü “harabe” kelimesi, “harap bir yer” olarak algılanmaktadır ve akla Karaköy''deki Zürafa Sokağı gibi bir yer gelmektedir.

O yüzden harabe''ye ören yeri demek doğrudur da, “Ani”yi anı yapmak doğru bir şey değildir.

Bu tıpkı “Ören Bayan” ipliği almak için mağazaya giden bir feminist kadının “Ören Kadın markalı iplik var mı?” demesine benzer!

Kaldı ki, dilimizde “ani” de vardır “anı” da..

Sayın Bakan''ın Burdur''un ilçelerinden Ağlasun''a gönderme yapıp “Sagalassos demiyoruz da niye Ağlasun diyoruz?” demesi de meseleyi anlamamıza yardımcı olamaz.

Zira aksi halde “Rumeli” sözcüğü de değişmelidir; yani kendi “elimiz” dururken kendi topraklarımızı “elin eliyle” anmak vehamet değilse bile vahamettir!

Rumeli''nin ismi bu nedenle “Kuzeybatı Anadolu Türk Eli” olarak değiştirilmelidir!

Neyse konuyu burada noktalamak istiyorum, çünkü daha da ileri gidersem bazılarının “Şu utanmaz yazara bakın; dostlar yani ben ağlamayayım da kim sagalassos?” demesinden korkuyorum!

MİLLETLERİN BEYNİ..

Bayramda, cıvıklığa ulaşmayan bir komedi, zırlamaya varmayan bir dram içeren ve çok zekice esprilerle donanmış olan “Beynelmilel” isimli filmi izledim.

Harika bir konsepte oturtulmuş olan filmde, SSCB''nin “Enternasyonal Marşı”nı çalmanın bile bir zamanlar yasak oluşunun komik ve dramatik seyri işleniyor.

Filmi izledikten sonra bugün bazı gazetelere Silahlı Kuvvetlerin uyguladığı akreditasyon saçmalığını düşündüm.

Ve filmin “ruh”unu değil “lafz”ını revize ederek içimden şöyle geçirdim:

Allah korusun, diyelim ki bir asker öldü.. Yine diyelim ki üstünü örtmek için o esnada başkaca bir örtü yok.. Ve yine diyelim ki bir komutan o esnada Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Yeni Asya, Milli Gazete gibi gazetelerden biriyle ölen askerin üstünü örttü.

Acaba bu durum laikliğe ve Cumhuriyet''e aykırı mıdır? Ve Askeri Şura, bu komutanı ihraç eder mi?

Evet, Beynelmilel isimli filmi izlerseniz bu soruların saçmalığına gülecek, hakikiliğine ağlayacaksınız..

17 yıl önce
“Şerefede şarkı söyleyen müezzin”!
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz