|
“Eski” Sabah gazetesinde

Pazar günleri ciddi ciddi yazı yazmak yerine daha hafif yazılar yazmak gerekir..” diyenlerin bu cümlesi ciddi ciddi tartışılmalıdır.

Çünkü bilinir ki, “hafif” sözcüğünün karşıtı “ağır”dır.

“Ciddi” sözcüğünün karşıtı ise “gayriciddi”dir.

Gayriciddi kelimesi ise günlük kullanımda en “hafif” deyimiyle “seviyesizlik” olarak telakki edilir.

Dolayısıyla yukarıda alıntıladığım cümleyi kullanan kişi aslında “Pazar günleri gayriciddi yazılar yazılmalıdır; benim seviyem bu kadardır..” demiş olmaktadır.

Kaldı ki, çok ciddi bir siyasi yazı yazdığını sanan bazı köşe yazarları aslında ciddi yazı değil ya “karamsar” ya da “kötümser” yazı yazmaktadır.

Yani iyimser bir yazı pekala ciddi bir yazı olabileceği gibi, ağır bir yazı da pekala gayriciddi olabilir.

Örneğin, Şükrü Hanioğlu ve Herkül Milas''ın yazıları hem ciddidir hem de cidden ağırdır.

Köşesinde Başbakan Tayyip Erdoğan''dan “RTE” diye bahseden bazı köşe yazarları ise ne kadar ciddi yazılar yazarsa yazsınlar yazıları “kafadan” gayriciddi olarak nitelendirilmelidir. İlhan Selçuk, Cüneyt Arcayürek, Emin Çölaşan gibi isimler bu gruptandır.

Evet, bugünkü konuya “hafiften hafiften” girdikten sonra şimdi “ağır ağır” ilerleyelim.

Bir araştırma yapmak için geçen gün Taksim Atatürk Kitaplığı''na giderek eski gazeteleri karıştırdım.

Türk “matbuat”ının ve Türk “mecmua”sının baskı kalitesi, sayfa sayısı gibi konularda nereden nereye geldiğinin çarpıcı örneklerini görmek istiyorsanız mutlaka siz de gidiniz.

Tabii bir de şunu göreceksiniz: Örneğin, bugünün Vatan gazetesini yöneten Zafer Mutlu ve Güngör Mengi''nin 1985 yılında kurulan Sabah gazetesini yönetirken tiraj almak için medya ahlakı noktasında nasıl bir zafiyet sergilediğine de tanık olacaksınız.

Örneğin, 1985 yılındaki bir nüshada bir trafik kazası haberi var..

Kaza sonucunda yetişkin bir genç kız yüzü kanlar içindeyken yere uzanmış yatıyor. Giysisinin üst kısmı ise kaza sonucu yırtıldığı için kızın üst kısmı tamamen açık kalmış.

İşte birinci sayfaya yerleştirilen bu haberde kızın ismi de verilerek kızın göğüsleri tamamen gözüküyor.

Genç kızın tamamen görünen göğüslerinin ucuna ise “ayıp olmasın” diye küçük bir bant koymuşlar.

Oysa o genç kız, haberden anladığım kadarıyla “göğüs frikiği” vermek için “iş kazası” yapan bir manken değildi!

Oysa aynı kadro aradan 12 yıl geçtikten sonra 28 Şubat sürecinde “acayip güvenilir bir kaynak”tan haber kotarırken, konuşan bu güvenilir kaynağın ne göğsüne ne de gözüne bant yerleştirirdi!

Ya ne yapardı? Şapkasının silueti görünecek şekilde yüzünü “tamamen kapatırdı”!

Özetle: “Siyasi cinayet” işlerseniz yüzünüz tamamen kapatılır.

“Trafik kazası”na maruz kalırsanız çıplak göğsünüzün ucuna bant yapıştırılır.

“İş kazası” yaptığınızda ise banttan yayını zül görür, direkt canlı yayın yaparsınız! Türk dergiciliğine gelirsek:

Türk dergiciliği denilince aklıma 50''li yılların Akis''i gelir.

O Akis ki, bir dönem yazı işleri müdürlüğünü Cüneyt Arcayürek yapardı.

Askeri vesayet kültürünün nasıl “makes” bulduğunun yani nasıl akis yaptığının test vasıtalarından biri de bu dergidir.

60''lı yıllarda Doğan Avcıoğlu''nun çıkardığı “Yön” dergisi ise “pusulası”nı şaşıranların “cem” edildiği (toplandığı) bir “mecmua”dır.

70''li yıllarda tıpkı bugün olduğu gibi Doğu Perinçek''in çıkardığı Aydınlık dergisi ise, o dönem itibariyle tam manasıyla “Maoculuk” oynanan bir dergi idi.

Ancak bu derginin iyi tarafı bugünün pek çok demokrat aydınının bu dergiden doğmuş olmasıdır.

Oysa 90''larda yerlerde sürünen, şimdilerde aynı “demokratik hava”yı teneffüs eden, 80''lerin Nokta''sı vardı ki bu dergi Türk dergiciliğinin kişilik bulmasının bir tezahürü idi..

Engin Ardıç, Salih Memecan, Sefa Kaplan gibi berrak beyinli isimler işte bu dergiyle “parladı”..

Şimdi de televizyon “meselesine” gelelim:

Televizyonda son 10 yılda Bir Demet Tiyatro ve Avrupa Yakası dışında tek bir diziyi dahi izlemedim.

Televizyon karşısına İskele Sancak, Tarafsız Bölge, Neden, Basın Kulübü, Teke Tek, Sözün Özü, Yorum Farkı, gibi tartışma programlarını; Şoray Uzun Yolda''yı; konuk seçimine göre Beyaz Şov''u; Haber 7''deki Tarık Tufan''ın Hafta Sonu Eki''ni; TRT-4''teki Halk ve Sanat müziği programlarını, Kanal A''daki Serdar Tuncer''in programını ve ana haber bültenlerini izlemek için geçerim.

Fakat Habertürk''teki Basın Kulübü dışında şu tartışma programlarının 23''ten sonra, çoğunlukla 24''ten sonra yayınlanmasını anlamakta zorluk çekerim.

Oysa ana haberden sonra bir dizi ya da eğlence programının ardından, örneğin 10.30''da bu tür tartışma programlarının yayınlanması halinde izleyici kaybedileceği düşüncesi yerinde bir düşünce değildir.

Bu tür programları izleyenler sadece “emekliler” değil ki..

Tamam Hulki Cevizoğlu''nun Kanaltürk''teki “Cevizkabuğu” isimli programı geç saatte yayınlanabilir.

İzleyenlerin çoğunluğunun “emekli generaller” olduğu dikkate alındığında bu doğru bir seçimdir!

Her ne kadar bazı emekli generaller “Uyanık olun..” dese de bu böyledir!

17 yıl önce
“Eski” Sabah gazetesinde
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!