|
Ah ki vakit uzadı!

Deniz orada, hep orada, ihtişam mavisiyle şehrin tam ortasında duruyor. Şehrin de bir yere gideceği yok, gidilecek en güzel yer zaten orası. Sadece şehrin mi, bu şehri sevinç ve hüzünle, umut ve heyecanla, hayal ve kırılmışlıkla dolduran insanların ve kedilerin ve martıların, elbet incir ağaçlarının, iğde ve ıhlamurların, akasya ve erguvanların, lalelerin ve güllerin, sulusepken yağmurun, konuşkan bulutların ve aradan süzülen ılık güneşin, vapurların ve güvertelerin, siluetlerin ve yakamozların, şiirin, neyin, kudümün, kuş uçuşu mesafelerin, uzaktan birbirini gözleyen kubbelerin, elini göğe uzatan minarelerin, görmüş geçirmiş mezar taşlarının, sessiz kabirlerin, insanların birbirlerine söylediği sözlerin, hiç kimseye, kendilerine bile söylemediklerinin, usulca içlerine bıraktıklarının, nemli gözlerin, ıslanmış kirpiklerin, alacakaranlığın ve seher vaktinin, rutubetli gölgelerin, mecalsiz düşen ikindilerin, karınca sürüleri gibi sanki hiç durmadan, hiç ara vermeden oradan oraya seyrüsefer eden arabaların, simidin ve susamın, tütünün ve dumanı tüten efkârın, vefanın ve vefasızlığın, hafızanın ve unutkanlığın, çocuğun ve bitmeyen ve bir yere gitmeyen çocukluğun, dirayetin ve kırılganlığın, ölümün ve ölümsüzlüğün, servilerin ve çınarların, sonun ve sonsuzluğun, suyun ve susuzluğun, aşkın ve aşkınlığın, mekanın ve mekansızlığın da bir yere gideceği yok. Hiçbir şeyin, belli ki dünyanın biteceği güne kadar buradan bir yere kıpırdayacağı yok.

Bu şehre selam verenler bu şehrin yazmakla bitirilemez hikayesine ortak olmaya kendini hazırlamalı. Bu şehrin elini sıkarken, o eli bir daha geri alamayacağını bilmeli. Bu şehrin gözlerinin içine bakarken, bir dipsiz kuyunun derinliklerine baktığını hatırında tutmalı. Bu şehrin hikayesi bir yerde bitmiyor, kim o hikayeye kulak veriyorsa, artık o hikayenin bir parçası, mütemmim bir cüzü, hemen solgunlaşmaya başlayan bir hatırası olduğunu kendine söylemeli. Sokaklarında yürüdüğü o şehrin, gün gelip toprağında uyuyacağını, sonsuzu bekleyen nice mübarek ruhla orada sessizce sonsuzu bekleyeceğini idrakinde tutmalı. Şehir ona usulca fısıldamalı ve o şehre usulca fısıldamalı. Masal mı olur, şiir mi olur, muzipçe bir fıkra mı olur, hakikatten bir avuç çekirdek mi olur, orası onlara kalsın!

“Allah uzak değildir/ Zaman hızlı geçer yalnızca// Unutulanlar vardır/Dünya biterken telaşla hastanelere uğrayıp/ Hayata açılmayan bir sokağın adresini sorarlar/ Işıksız ve şarkısız bir yürüyüş başlar sonra/ Ateş söner ikinci zaman iner yüzlere// Kalpler suçlanamaz/ Yoktur kendi kalbini yaratan kimse// Güzel bir soru olarak geçerken dünyadan/ Allahın anlamıyla gülümseyen bir bahçeye düştüm/ Sabahla dokunmuş pelerinini attı omuzlarıma/ Uçurumlar dalgınlaşıp çiçeğe dönüşürken/ Buldum cevabımı esrarım kalmadı” demişti Mihmandâr-ı Nebi’ye komşu olan o sessiz şair.

Ah ki vakit uzadı, uzadı, dakikalar kuruyup uzay boşluğuna döküldü bir bir. Yokladık ceplerimizi, gördük ki ne yıldızlardan bir eser, ne mehtaplı gecelerden bir bahis...

Ya sokaklar denizlere çıkmıyor ya kelimeler denizlere çıkan sokakların yerini hatırlamıyor ya da şiirler, bazı mısralarını kendine saklıyor.

Kuruyup dökülen sarı kızıl yapraklar gibi kolayca bırakır oldu
şairler
hayatın ellerini. Sanki hiç kimse yok, hiç kimse kalmamış etrafımızda! Sorular yorulacak cevapları beklemekten bu gidişle. Söylesin hakikati bilen biri; kimin uçuşan saçlarına dokunacak şimdi hayal, kimin aksini arayacak su birikintilerinde!

Söylesin, yarım kalan söz nereye bağlanacak?

Ve söylesin bilen biri, neden beklendiği söğüt gölgesine gelmiyor hiçbir kimse?

#Şair
#Mihmandâr-ı Nebi
2 yıl önce
Ah ki vakit uzadı!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle