“Geçen iki yüzyıldaki toplumsal dönüşümlerin ne kadar yakın tarihli ve ne kadar çarpıcı olduğuna ilişkin tarihsel duyunun canlandırılması zordur. Fakat, Batı’da gelişen yaşam biçimlerinin bir şekilde diğer kültürlerin yaşam biçimlerinden üstün olduğuna dair açık ya da gizli inançtan uzaklaşmak belki çok daha zordur. Böylesi bir inanış, temasa geçmiş olduğu diğer kültürlerin çoğunu tahrip eden ya da yok eden olaylar dizisini harekete geçiren Batı kapitalizminin yayılmasıyla teşvik edilir:”
“Dijital sözcüğünün Fransızca karşılığı sayısaldır. Sayısal olan dünyayı gizemden, şiirden, romantizmden arındırır. Onun her türlü sırrını, her yabancılığını çalar; tanıdık, banal, güvenilir olana, ‘bunu beğendim’e dönüştürür ve aynılaştırır. Her şey karşılaştırılabilir hale gelir. Dünyanın dijitalleştirilmesi karşısında, yeryüzünü yeniden romantikleştirmek, şiiri yeniden keşfetmek; ona gizemli olanın, yüce olanın onurunu geri vermek acil bir gerekliliktir.”
“Anlam için bilimin değer ve gerekliliğini gören insanlar bile kendilerine sunulan sözde bilimsel fotoğrafın uyuşturucu gücünden kaçamamakta ve ‘insanlığın hikmet geleneği’ne başvurup ondan faydalanma hususunda cesaret ve isteklerini kaybetmektedir”
“Lyotard için, bilginin üretimi, değişimi ve kullanımı post-modern toplumun kalbidir. Bilgi alınıp satılır, pazarlanabilir ve modern toplumsal ve ekonomik ilişkileri tanımlar ve belirler. Pazarlanabilir bilgi arayışı modern bilimin itici gücü olarak hakikat arayışının yerini almıştır. O insan rihini köleleştirme ve insanın yaratıcılığını azaltma tehdidi yaratan teknolojik egemenliğin bir kaynağı olmuştur.”
“Günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’u mevcut sermayenin yüzde 86’sını elinde bulunduruyor. Bu sermayenin de yüzde 46’sını yüzde 1 elinde tutuyor. Dünya nüfusunun yüzde 50’si kesinlikle hiçbir şeye sahip değil, yüzde sıfır! Neredeyse her şeye sahip olan yüzde 10’un hiçbir şeyi olmayanlarla, hatta geri kalan cılız yüzde 14’ü paylaşanların en şanssızlarıyla bile asla bir araya gelmemeyi neden diledikleri rahatlıkla anlaşılacaktır. Diğer yandan, bu yüzde 14’ü paylaşanların büyük bölümü yüksek olasılıkla pasif gücenme ile sahip oldukları şeyi vahşice koruma arzusu arasında bölünmüşlerdir; özellikle de korkunç bir ‘tehdit’ olarak gördükleri hiçbir şeyi olmayan yüzde 50’ye yönelik sayısız baskıcı engele, ırkçılığın ve milliyetçiliğin de yardımıyla destek vermektedir:”
“Tüketim toplumunda bireyin katılımı ve onuru, sahip olduğu müşteri statüsüne bağlıdır; özgürlük de görünürde sonsuz ürün seçeneklerinden birisini seçmek ve böylece, yine görünürde, bireysel alım kararları verebilmektir.”
“Hakikate yakın da olsa uzak da olsa insanlar için ‘yokluk’ bedenin biyolojik bütünlüğünün ortadan kalkmasıyla değil, bu dünyanın havasını solurken, suyunu içer, ekmeğini yerken de yapayalnız kalmakla, böyle bir yalnızlıktan duyulan korkuyla başlar.”