|
Bu kadar az mıyız?

“Bazen içimde çok büyük, tasavvurumun ötesinde bir cümle birikiyormuş “hissine kapılıyorum” dedi dostuna, “ve sonra dilim bunu söylemeye mecal yetiremez diye endişeye kapılıyorum!”.

Sabah yüzümüzü yıkarken aynada karşılaştığımız kişi miyiz sadece? Yollara düşüp bir yerlere yetişmeye çalışan o telaşlı kalabalıktan biri miyiz? Kendini mesai saatlerinin içinde yitiren solgun, stresli, yenilmiş çalışanlardan biri miyiz? Nefes almak için molaları bekleyen kişi miyiz sadece? Aynı yollardan giden, aynı yollardan gelen o basit ve kendini tekrar eden güzergahların insanı mıyız? Yemek içmek için, eğlenmek vakit geçirmek için, yorulup dinlenmek için mi yaşıyoruz? Çocuk muyuz, genç miyiz, yetişkin ya da yaşlı mıyız sadece? Evlat mıyız, anne baba mı yalnızca? Bütün hayalimiz her şeye daha kolay erişebileceğimiz bir safhasına erişmek mi hayatın? Bunun için mi yaşıyoruz, bunun için mi alıp veriyoruz bunca nefesi? Her gece yatağına yenilmiş olarak, vurulmuş olarak, azalmış olarak düşen biz miyiz? O kadar mıyız? Hayat bu kadar büyükken biz bu kadar küçük müyüz? Hayat bu kadar sonsuz ihtimalle doluyken biz bu kadar imkansız mıyız? Hayat bu kadar çokken, hiç durmadan çoğaltırken kendini, biz bu kadar az, azıcık mıyız?

“Biz kozmik bir yolculuktaki gezginleriz, yıldız tozuyuz, girdaplarda dönüyoruz ve dans ediyoruz ve sonsuz anaforlarız. Hayat ebedidir. Biz birbirimiz ile karşılaşmak, tanışmak, sevmek ve paylaşmak için bir anlığına durduk. Bu değerli bir an. Bu sonsuzluk içinde küçük bir parantez” diyor Paulo Coelho, meşhur kitabı ‘Simyacı’da.

Birbirimiz için sonsuza açılan bir imkanız. Başkalarının yüzünde, ifadesinde bize söylenmiş sözler var mutlaka. Baktığımızda gördüğümüz her şey bize gösterilenden başkası değil. Her tanık olduğumuz şey, her tanış olduğumuz can, her zevkine şahit olduğumuz kalp, her yöneldiğimiz vecih hakikatin bize söylediği bir söz. Hakikatten işittiğimiz her sözün içinde binlerce, milyonlarca, sonsuzca başka söz... Bazen sonsuzca büyük o hakikat, can kulağımıza taktığımız bir küpe, bir yeraltı suyu gibi içimize akan bir fısıltı, hayret makamından bir akis, bütün kelimeleri yutmuş tek bir kelime, içine bütün bilgileri sığdıran bir nokta... Yaşıyoruz ve hayat her anı içine alan o tek an boyunca konuşuyor bizimle. Biz bu konuşanın, bu konuşulanın dinleyeni olabilsek, oradan alemleri dolduracak bir muhabbet hasıl olacak belli ki! O vakit, neden dinlemiyoruz, neden alamıyoruz şu dünya uğultusundan can kulağımızı? Aldanmayı bu kadar kolaylaştırıyorken kendimize, anlamaya neden bu kadar ısrarla, inatla ayak diriyoruz? İnsan ki, bilenlerin söylediğince o âlem-i kübra; neden bir fasit dairenin yörüngesinde kendi hakikatimizi hiç usanmadan öğütüp duruyoruz?

Alan Watts’ın ‘Güvencesizlikte Bilgelik’ kitabından zihin tetikleyici ifadeler: “Akıp giden bir suyu kovanın içinde tutmaya çalışıyorsanız onu anlamamışsınız demektir ve bu da sürekli hayal kırıklığına uğrayacaksınız anlamına gelir, çünkü kovanın içindeki su akmaz. Akan bir suyu ‘elde etmek’ için onu kendi haline bırakmalı ve akmasına izin vermelisiniz. Aynı şey yaşam ve Tanrı için de geçerlidir”

Bil ki sen gözlerini kısıp baktığın sürece âlem sana hep küçük görünecek, hayat böyle!

Hakikatten söylenmiş her sözün kulağınızdaki yeri daima hazır, henüz o söz söylenmemiş ya da henüz kulağınız işitmemiş olsa dahi!

“Anladım ki bazı sözleri işitmek” dedi beyaz saçlı adam, “bazen yıllar alıyor.”

#Aktüel
#Kültür
#Edebiyat
#Gökhan Özcan
1 عام قبل
Bu kadar az mıyız?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!