|
Eskimiş parantezler

Rüzgarla eğilen kimsesiz ağaçlar, kendi ritminde iki yana sallanan kuru otlar, kendisiyle söyleşen vakur kayalıklar, hep aynı fısıltının dalgaları olarak yayılırlar dünyanın ulu gövdesine.

Dünya neresidir, zaman nedir, nasıldır yankılanıp durmak bir ağaç kovuğuna sığan uzay boşluğunda; bütün bu hırçın sorular, bütün bu kanayan meraklar, bir gölün kıpırtısız suları kadar uysallaşır ve durulaşır orada. Avuçlarız gerçeği istersek o gölün kırılgan aynasından doya doya. Ve dökülür dilimizden boyumuzu aşan ifadeleri varlığımızın:

Küçük bir kır böceği için bitimsizdir dünya!

* * *

Dilimizin ucuna kadar geldiği halde, oradan bir türlü kanatlanamayan bir kelime herşeyi eksik bırakmaya yetiyor. Söylenememiş kelimeler, genellikle yaşanmamış hayatların şifreleri oluyor. Hiç kimse o hayatların önünü açamıyor. Kollarından tutup ümit meyveleriyle dolu günışığı bahçelerine çıkaramıyor onları kimse.

En ürkek, en sessiz olanlarımız bile varlığının izi sürülecek ipuçlarını bırakmalıdır dünyaya. Şifrelerin çözülmesi ve gizli hayatların gün ışığına çıkabilmesi için...

* * *

Tam bir hafta önceydi, camlar, pencereler, kapılar, hepsi bir anda duvarlaştılar. Karanlıkta kaldım. O kadar koyu bir karanlık sardı ki etrafımı, kör olmamak için gözlerimi kapatmak zorunda kaldım.

Dünyanın bilir kişileri, karanlıkta gözleri kapatmanın karanlığı koyulaştırmaktan başka bir işe yaramadığını söylerler. Ama bende olan bu değildi. Ben gözlerimi kapattığımda karanlıktan tamamen kurtuldum. Gözlerim devre dışı kalınca, aklım görmeye başladı. Daha doğrusu daha önce gördüğüm her şey zihnimde canlanmaya başladı. Evler gördüm, yollar, şehirler, sonra dağlar, denizler, ovalar, sonra insanlar gördüm, hayatlar, ölümler... Yaşarken ne görmüşsem, gözlerimi kapattığımda hepsini yeniden gördüm. Karanlığın içinde gerçeğin ışıltılı kozasını ördüm.

Sonra açtım güvenle gözlerimi. Karanlığın koyu karasına gördüklerimden küçük vahalar koydum. Karanlığı zihnimin ışığıyla oydum.

Benim odama dışarıdan hiç ışık girmiyor bir haftadır.

İçerideki sönmez ışığı bu sayede buldum.

* * *

Bir dakikanın altmış saniye olduğunu söylüyoruz.

Ne kadar kısır ve yetersiz bir tanımlama!

Bir dakikanın, bırakın başka canlıları, dünya yüzünde yaşayan her insan teki için ayrı bir altmış saniye demek olduğunu bile atlıyoruz bunu söylerken. Bunu dikkate aldığınızda, başka bir tanım çıkıyor karşınıza; artık bir dakikanın altmış saniye çarpı dünyadaki insan sayısı olduğunu söylüyorsunuz. Çünkü her insan teki, hikâyesi farklı bir altmış saniye yaşıyor. O zaman şu noktaya varıyorsunuz ister istemez; her insan tekinin altmış saniyesi, kapı açtığı yeni altmış saniyeler için de farklı anlamlara geliyor. Yani insanların yaşamakta oldukları her bir dakika, fonksiyonel olarak hayatın anlam dizgesinde diğerlerine hiç benzemeyen yerlere oturuyor. Bütün bunlar, cılız akılla algılanamaz bir büyüklük ve derinlik taşıdığını gösteriyor. Zaman dediğimiz o büyük muammanın.

il y a 17 ans
Eskimiş parantezler
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık