|
Gözün gördüğü, göremediği...

Derin uykumdan uyandığımda, bahçedeki ıhlamur ağacının benim gözlerimi açmamı büyük bir heyecanla beklediğini düşünmek istiyorum bazen.

“Uyandığımda burada ol” dedi gözlerini kapatmadan önce. “Tamam ama uyandığında sen de burada olacak mısın?”

Silmek, karalamak istiyordu kurulmuş bazı cümleleri, yapamıyorsa yazılı bulundukları hayali sayfaları yırtıp atmak istiyordu hayat defterinden. Hep söylendiği gibi, yeni bir sayfa açmak, orada her şeye yeniden başlamak, her şeyi yeniden başka bir fikirle, başka bir duyguyla, daha derin, daha inceden, daha duru söylemek istiyordu. Başkalarının kendisinden duydukları değildi aslında değiştirmek istediği, başkalarına söylerken kendisinden duyduğu şeylerdi. Konuşuyor olmak hali, uzun zamandır yanında bir pişmanlık duygusuyla birlikte geliyordu. Belki biraz da, konuştuklarının yükünü hakkını vererek taşıyamayacağı, kelimelerin içlerini hayatıyla dolduramayacağı, onları gerçek kılamayacağı endişesiyle... Hayatın sıfır noktasına geri dönmek, her şeye yeni bir haleti ruhiye ile yeniden başlamak, kötü kullandığı bütün haklarını yeniden kullanabilme imkanına kavuşmak... Bunu istiyordu. Hatalarıyla, yanılışlarıyla, bir şeyleri, birilerini, bozan, kıran, aslından uzaklaştıran ve böylece kendini de incitip acıtan sözleri ve davranışlarıyla dağ gibi birikip duran ağırlıkları atmak istiyordu üstünden. Yüklerinden kurtulmak, hafiflemek ve yeniden başlamak istiyordu. Herkes gibi...

‘Korkulu Ustalık’ isimli şiirinde Turgut Uyar hayatın, hayatımızın ince zarına dokunuyor: “Zaman sevdikçe uzar, bilirsin/ Hayal, taştan, topraktan geçer, yapraktan geçer./ Bir yeşil duman olur yaşadığımız/ Yakından, ıraktan geçer.”

“Ağacı görmekten ormanı göremiyoruz” diyor ya bazen birileri, düşündürüyor bu beni. Ağacı hakikaten görebilen nasıl olur da ormanı göremez. Ağaç, ormanın perdesi olabilir mi? Ağacı sert kabuklu bir gövdeden, dalları oraya buraya doğru yönelen uzantılardan, yaprakları yeşil gölgeliklerden ibaret görüyorsak sadece, evet olabilir. Görme açımızı tamamen kapattığı için ardındaki ormanı görmek mümkün olmayabilir. Ancak ormanın, ağacın içinde mündemiç olduğunu bilirsek, gözlerimiz göremiyor olsa da ağaçta ormanı görebiliriz. Orman, ağaçtan yapılmıştır çünkü; bir ağacın hikayesi, her ağacın hikayesiyle aynı olmasa bile her ağacın hikayesini hayal ettirebilir. İnsanlar için de böyle değil midir bu? Her insan farklıdır, her hikaye farklıdır, evet! Ama her insan, insanlıktan eserler barındırmaz mı benliğinde. İnsanın iyiliklerinden, kötülüklerinden izler taşımaz mı? İnsan, insanlıktan alınan bir numune sayılmaz mı? İnsana bakıp insanlıkla ilgili kanaatler edinemez miyiz? Düz bakışla gördüklerimiz yanıltabilir bizi, derinliğine, insanın görünür yanlarına ama daha çok taşıdığı engin potansiyele bakarsak orada bütün insanlıktan emareler, izler, eserler görebiliriz. Hiçbirimiz yapıp ettiklerimizden ibaret değiliz
çünkü; içimizde hayatın görünür yerlerine çıkaramadığımız nice duygular, düşünceler, gerçeğe dönüştürmeye imkan ve yol bulamadığımız engin bir potansiyelimiz var. İnsanı, sadece içinde yaşayan o potansiyelden tanımak, bilmek gerekmez mi?
O vakit, ağaç ormanı görünmez kılan bir perde değil; orman hakkında
çok şey anlatan değerli bir numune
olur.

“Nasıl ki küçük cisimler, gözümüze yakın tutulduklarında görüş alanımızı sınırlar, tüm dünyayı örterlerse; en yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar da, son derece önemsiz ve değersiz olsalar bile, dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden çok, üstelik de hoş olmayan bir biçimde meşgul ederler ve önemli düşünceleri ve olayları uzaklaştırırlar” diyor ‘Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’ isimli kitabında Arthur Schopenhauer.

“Görmek şu iki gözün marifetiyse” dedi meczup, “Abdal Veysel senin göremediğini ne ile görür?”

#Turgut Uyar
#göz
#Arthur Schopenhauer
2 yıl önce
Gözün gördüğü, göremediği...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle